Bilimkurgu Romanı - Yerşehir - Bölüm 25

in #yersehir6 years ago

image.png

Umay ordu kurmay heyetiyle birlikte yaptıkları değerlendirme sonucunda büyük saldırı için on güne ihtiyaçları olduğu sonucuna varmıştı. Ne var ki halkın kafası karışıktı ve tüm kriz anlarında olduğu gibi siyasette aşırı görüşler ağırlık kazanmıştı. Böylesi kritik bir zamanda Umay’ın uğraşmak isteyeceği son şey iç karışıklıklardı. Dağıtılan buğday azaldığı için halkın desteğini elde etmek güçleşmişti. Uzun bir refah döneminin ardından insanlar çocuklarının yatağa yarı aç yarı tok girmesini kabullenemiyorlardı. Kentin batısında yaşanan felaket sonucunda yakınlarını kaybedenler yönetime tepkiliydi. Gelenekçiler de ‘öleceksek bari öteki dünyada rahat edelim’ düşüncesiyle ibadetlerine hız vermişti. Şehir genelinde yaygın hale gelen korku ve endişe gaipten sesler duyanların, büyücülüğe yeltenenlerin, hırsızlığa girişenlerin, intihar edenlerin artmasına yol açmıştı. Eğitimsiz insanların arasında Tanrılar tarafından müjdelenen büyük kurtarıcının kutsal volkanın içinden çıkarak halkın arasına karıştığı dedikoduları dolaşıyordu. Büyük kurtarıcı Yerşehir’in yaşadığı felaketlere sebep olan günahkârları cezalandırdıktan sonra, tiranlara kurbanlar sunarak öfkelerini yatıştıracak ve kentte ilahi adalete uygun yeni bir düzen kuracaktı. Bu yeni düzen elbette her kafadan bir sesin çıktığı ve Tanrılara karşı büyük kabahatlerin işlendiği mevcut düzene hiç benzemeyecekti.

Umay bir seçim kampanyası yapıyormuşçasına mahalle forumlarını geziyor, halka moral vermek için yoğun bir mesai yapıyordu. Meclisteki muhalefetin odak noktasını oluşturan Hader bu kritik günlerde Umay’a hiç ummadığı bir destek sağlamıştı. Bu destekte dış mahallelerden yükselecek bir dip dalgasının Umay’la birlikte kendisini de koltuğundan edeceğinden endişe etmesinin payı vardı.

Hader’in korktuğu dip dalgası çok geçmeden etkisini göstermeye başladı. Ellerinde meşaleler taşıyan binlerce erkek ve kadından oluşan bir grup, öfkeli sloganlar atarak kent merkezine doğru yürümeye başladılar. Bunlar hırpani kılıklı insanlardı; kirli saçları, öfkeli bakışları, çökmüş avurtları, üzerlerine bol gelen kıyafetleri ile acınası bir halleri vardı. Havalandırmanın yeterli olmadığı, kanalizasyon sisteminin işlemediği, tren ve asansörlerin ulaşmadığı bölgelerde yaşıyor, kıt kanaat geçiniyorlardı. Yaşanan son sıkıntılardan ziyadesiyle etkilenmiş, artık açlıklarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığı sonucuna varmışlardı. Ana yerleşimin bulunduğu dördüncü katta yaşayanlar, ayakları çıplak, omuzları çökük ve bakışları donuk olan bu insanlara başka bir alemden gelmişler gibi bakıyordu. Ülkeden doğrudan demokrasi vardı ancak bu insanlar gerek banliyö trenine verecek paraları olmadığı gerekse yoksulluklarından utandıkları için siyasete katılmayı hiç düşünmemişlerdi. Aslında kent merkezine yürümeleri de planlı, organize bir hareket değildi. Kentin ikinci katındaki kovuklardan birinde yaşayan bir kadın açlıktan ağlayan çocuğunu bir türlü susturamayınca komşularını da örgütleyip yiyecek bulmak için kent merkezine yürümeye başlamıştı. Yol boyunca karşılaştıkları insanlar onlara katılmış ve yürüyüşe dair haber kulaktan kulağa yayıldıkça katılımcı sayısı artmıştı.

Kalabalık içinden bazıları yürüyüşün kutsal volkanın ateşinden doğan büyük kurtarıcının önderliğinde yapıldığını düşünüyordu. Büyük kurtarıcı kimliğini belli etmiyordu çünkü kötü cinlerle olan mücadelesi henüz sona ermemişti, kalabalık yeterince büyüğünü zaman halka eziyet eden günahkarları cezalandıracaktı.

Kalabalık içinde kutsal ruhlara inanmayanlar da vardı. Bunların bir kısmı kent merkezinde buğday dağıtılacağı dedikodusuna inanarak kalabalığa katılmıştı. Açlık çekmediği halde kent merkezini merak ettiği için korteje katılanlar da vardı. Bu insanlar kent merkezine yaklaştıkça çevreyi meraklı gözlerle incelemeye başlamışlardı; parmaklarıyla birbirlerine çevrede gördükleri ilginç nesneleri gösteriyor, itişip şakalaşarak eğleniyorlardı.

Tamra Umay’a başkanlık sarayına doğru yürüyen kalabalığı şehrin merkezinin girişinde kurulacak barikatlarla durdurmayı teklif etmişti ancak Umay böylesi bir girişime karşı çıkmıştı. Kalabalıkla bizzat görüşerek taleplerini öğrenmek istiyordu.

Umay göstericileri başkanlık sarayının önünde karşıladı ve temsilcilerinin kim olduğunu sordu. Öndeki grupta yer alanlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Kucağında bebeğiyle gelmiş olan hırpani kılıklı kadın öfkeli bir ses tonda “Çocuklarımız gece yatağa aç giriyor” dedi. Umay aslan pençesini andıran koltuk değneğinden güç alarak kalabalığın içine girdi ve kadının şaşkın bakışları eşliğinde bebeği kucağına aldı. Umay bebeği sevip koklarken yanındaki görevlilerden biri annesine bir çanak buğday lapası uzattı. Umay çevredekilerin şaşkın bakışları arasında bebeği annesine geri verdi ve “Beni dikkatle dinleyin” diye bağırdı. Şimdi topluluk tümüyle sessizliğe gömülmüş ve Umay’ın söyleyeceklerine kulak kabartmıştı.

“Bildiğiniz gibi ulusumuz yukarıdaki zorbalarla bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Önce hayvanlarımızı telef ettiler, sonra da tarlalarımızın ışığını kestiler. Bugüne kadar halkımınız esenliği adına sabrettik. Ancak artık sabrımız tükendi. Birkaç gün sonra yukarıya çıkıp onlara günlerini göstereceğiz. O güne kadar sizden sabırlı olmanızı rica ediyorum. Yerşehir halkı akıllı ve fedakardır. Bu günlere hangi zorlukları aşarak geldiğimizi iyi bilir. Gerçekten zor durumda kalmasaydınız buraya gelmezdiniz. Çocuklarımızın yatağa aç girmesine kesinlikle izin vermem. Yiyecek dağıtımın aksamasında sorumluluğu olanları cezalandıracağım. Ordumuz buraya gelen herkese az miktarda tahıl dağıtımını organize edecek. Yalnız bir uyarım var. En ufak bir taşkınlık yapan olursa dağıtımı derhal durdururuz. Herkese yetecek kadar tahılımız var, yeter ki acele etmeden sıramızı beklemeyi bilelim. Buradan yapılan dağıtım ilk ve son olacak. Birkaç gün içinde karnelerle yaptığımız dağıtımın düzene girdiğini göreceksiniz. Yukarıdaki şeytanları yenip zafere ulaştığımızda sizi bu kez şölen için şehir merkezine çağıracağım. O güne dek seferberlik talimatlarını dikkatle takip edip ordumuza yardımcı olmanızı istiyorum. Şimdi izin verirseniz dönüp savaş hazırlıklarına devam edelim.”

Kalabalığın arka sıralarından diğerlerine kıyasla daha iyi giyinmiş olan bir adam “Tanrıların gazabını üzerimize çektiniz. Yönetim değişmeden buradan ayrılmayacağız” dedi. Kalabalıkta bir dalgalanma oldu, tüm bakışlar konuşan adama döndü. “Hakkımız olanı hemen alacağız. Depoların yerini biliyorum. Yürüyün arkadaşlar” dedi adam. Çevresindeki örgütlü topluluk ellerindeki “Başkan İstifa” yazılı papirüs pankartları kaldırarak başkanlık sarayının kapısına doğru yürüyüşe geçti. Kalabalık içinden bazı kişiler de önlerindeki kişileri itip kalabalığını yararak Başkan Umay’a doğru ilerlemeye başladılar. Böyle bir tepki beklemeyen Umay’ın yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı. “Başkanı yalnız halkın oyu indirebilir” diye bağırdı Umay. Öne doğru ilerleyen irikıyım göstericilerden biri başkanı iterek yere düşürdü ve bu durumdan cesaret alan daha büyük bir kitle başkanlık sarayına doğru ilerlemeye başladı. Başkanın korumaları neyse ki devreye girip onu yerden kaldırdılar ve çember içine aldılar, aksi durumda kalabalığın onu ezmesi işten bile değildi.

Şimdi ellerinde pankartlar taşıyan grup başkanlık sarayının merdivenlerine ulaşmıştı. Tamra’nın talimatıyla başkanlık sarayının üst pencerelerinden ağ atma tabancaları ateşlendi, öncü grupta yer alanlar ikişerli üçerli gruplar halinde ağlara takıldılar, ilk konuşmayı yapan adam ise tek başına bir ağa yakalanmıştı. Askerler onu yukarıdan kendilerine doğru çektikleri için ağdaki balık gibi çırpınıyordu. Ellerinde iğneli topuzlar olan askerler öncü grup içinde olup ağlara yakalanmayanların çevresini sardı. Şimdi kalabalık hafifçe geriye doğru çekilmişti.

Başkan Umay “Ordumuz dış düşmanları da içerideki başıbozukları da yenecek güçtedir. Az önce gördüğünüze benzer girişimlere inat halka hizmet etmeye devam edeceğiz. Yiyecek dağıtımı birazdan büyük kışla önünde başlayacak” dedi. Yaşanan olayların şaşkınlığını üzerinden atan topluluk başkanı coşku içinde alkışlamaya başladı.