1890’dan başlayarak örgütlenmeye çalışan yüksek okul öğrencilerinin kurduğu, yurt dışında yayılarak güçlenen İttihad ve Terakki Cemiyeti, İmparatorluk otoritesinin zayıfladığı Rumeli ordusunda (Selanik, Manastır..) subay taraftarları bulur. Başkente açıkça cephe alarak halkın da katıldığı gösteri toplantıları düzenler; Yıldız’a çekilen telgraflarla etkisi artırılan bu hareket, Abdülhamld’ln, her yıl gazetelerde yayımlatarak sözde koruduğu Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe koyuşuyla sonuçlanır.
24 temmuz 1908’deki bu harekete II. Meşrutiyet adı verilmiş, sansürün kaldırıldığı bu tarih, günümüzde basın bayramı sayılmıştır.
Prens Sabahaddln’in Ahrâr partisi karşısında Ittihad ve Terakki üyelerinin çoğunluk kazandığı Meclis-i Mebusan, 17 aralık 1908’de açılır; 275 milletvekilinin 48’ i, müslüman olmayan azınlık sözcüsûdürler. İmparatorluktan ayrılıp bağımsızlıklarını onaylatmak isteğindeki bu guruplar, bağlı oldukları ulusal toplulukların çıkarlarını savunur; İki yüzden fazla imtiyazla dolan basın hayatında bir kargaşalık sürer. Tarihimizde 31 mart vakası diye anılan (13 nisan 1909) karşı hareketin bastırılışıyla Abdülhamlt tahttan in dirilir (27 nisan 1909). Bu sırada Adana’da ortaya çıkan Ermeni-Türk çatışması, (nisan 1909), etkisi çok uzun sürecek toplum karışıklıklarının tipik bir başlangıcı olur.
Her türlü siyasal düşüncenin yasaklandığı Abdülhamit yönetiminden sonra birdenbire özgürlüğe kavuşan basın hayatında çeşitli ülkü ve inançların odak noktaları belirir. Ostüste gelen savaş yenilgileri ise önceleri devletin dayanmak istediği Osmanlıcılık politikasının zayıflığını gösterir. İtalya’nın Libya’yı alışı (29 eylül 1911 15 ekim 1912), Balkan Savaşının çıkışı (8 ekim 1912), Kâmil Paşa hükümetini zorla deviren Bâbıâli baskını (23 ocak 1913), 30 mayıs 1913 deki Londra sözleşmesiyle büyük toprakların kaybı, Mahmut Şevket Paşa suikast) (11 haziran 1913), bu vesileyle İttihat ve Terakki nin kesin bir otorite ile İş başına gelişi, İkinci Balkan savaşının başlayışı (29 haziran 1913), Edirne’nin kurtarılışıyla yapılan barış, bütün Ege adalarının kaybı… I. Dünya Savaşına girdiğimiz güne kadar (16 kasım 1914) süren kısa dönemin önemli olaylarıdır.
Birbiri ardınca gelen ve acılarının yankısı yıllarca süren bu gibi çatışma yıllarında, bireyci ve hayat dışı bir edebiyatın tutunamayacağı bellidir; onun için Fecr-i Ati hareketi hiç bir temele dayanmayan özentisiyle çabucak dağılır; Serveti fünun kuşağının yetkili güçleri cephelerini seçer ve yeni ihtiyaçların yarattığı yeni düşünce akımları, kendi yayın organları çevresinde gittikçe güçlenirken, Türk Edebiyatı bütünüyle toplumsal bir amaca hizmet etme ülküsünü kazanır.
Teklif edilen İnançların birbirine karşıtlığı oranında ana ilke hep aynıdır. İmparatorluk dağılıp çözülmekte, Osmanlı toplumu emperyalist Batı güçleriyle hıristiyanlık ortaklığında birleşen küçük komşuların saldırısı karşısında dayanaksız ve ülküsüz kalmaktadır. Onun İçin bir yandan devleti korumak, bir yandan toplumumuzu kurtarmak için ortaya çıkan görüşlerin hepsi; iyi niyetli birer yurtseverlik görevinin yarattığı arayıcı ülkülerdir.
Tanzimatçıların sarıldığı Osmanlıcılık (Osmanlı Bütünlüğü), 2. Meşrutiyet yöneticilerinin de ilk buldukları hedeftir: «Bilâ tefrik-i cins ii din…» Yukarda anılan Balkan savaşlarında alanlarını genişleten azınlık çıkarları, imparatorluk içindeki öteki azınlıkların hak İsteyen, sesleriyle birleşince, bu görüşün günü geçmiş bir sınır savunuculuğu olduğunu göstermeye yeter.
«Adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsî» ilkeleriyle imparatorluğu koruma için başka bir yol gösteren Prens Sabahattin’in görüşleri, ardarda gelen savaş ve çatışma yılları içinde gereken ilgiyi görmez.
Ayrılan hristiyan halkların din özelliklerine bakarak devletibir İslâm birliği biçiminde görmek isteyenlerin savunduğu İslâmcılık inancı; ulus yerine ümmet düzeninin gereğine dayandığı için önceleri doğru gibi gelir. Şeriat isteği ve İslâm bütünlüğünün kendine göre bir coşkusu vardır. Bugün de taraftarları olan bu görüş, Osmanlılığın her şeyden önce İslâm cihadıyla gerçekleşmiş, Halifelik temeline dayanan bir sistem olduğunu savunur. Düşsel bir düşüncenin iyimserliğini getirir. Edebiyatımızda bu görüşün güçlü temsilcileri olacaktır.
Modern bir toplum yaratmak için köklü bir batılılaşmanın gereğini savunanların birleştikleri noktalar da, başlangıcı Tanzimatta olan bir uygarlaşma aşamasının Atatürk devrimlerine kadar gelen zorunluluğuna dayanır. Ne var ki ülkücü bir nitelik olarak değil, birer akıl teklifi gibi ortaya çıkan bu dilekler, İçtihad dergisinde Abdullah Cevdet (1669-1932) bir yana bırakılırsa, dağınık görüşler halindedir. Tevfik Fikret’in bilimci insancılığında ve Halûk’un Amentüsü’nde görünen lâik ilkeler de bunlardır. Haklarını isteyen azınlıklara karşı sesini en son çıkaranlar, devleti elde tuttuğu için övünme olanağı bulamayan Türkler olmuştur. Batıda 19. yüzyılda girişilen Türkoloji çalışmalarının getirdiği buluntularla
İslâm öncesi Türk tarihinin aydınlanır gibi oluşu, yıkılmakta olan imparatorluğu bir Türk birliği ve bütünlüğü halinde ayakta tutmak ülküsünü getirir. Önceleri dilde başlayan ulusal bilinç, gitgide Türk soyunun kültürel temellerini bulma, Türk bütünlüğü kurarak siyasal bir birliğe kavuşma, Türk tarihinin geçmişteki değerlerinden gereğince yararlanma… gibi yeni niyetleri başlatır. Özellikle Rusya topraklarından gelen dış Türklerin körüklediği bir eylem olarak Türkçülük adını alan akım, önceleri düşçü bir tasarıdan (Turancılık) yola çıkarak yaşanan olayların zorunlu gerçekçiliğine dönüşür. 1911’de, destan kahramanı Oğuz Han’dan aldığı esinle «Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan» diyen Ziya Gökalp, ‘coşkulu bir inancın sözcülüğüne geçer.
İktidarın desteklediği Türk Ocağı gibi kuruluşların yanısıra bu amaca hizmet eden çeşitli dergilerin yayımı, ulusçuluk bilincinin yerleşmesinde etkiler yaparlar. Çoğunca, Türk soyunun büyüklüğüyle övünme halinde beliren ulusçuluk, yüzyıllar süren batı sömürüsüne karşı bir duygu birliği yaratmaya yarar. Bu ülkülerin edebiyatımızdaki en büyük izi, «Millî Edebiyat Akımı« diye adlandırılan uluslaşma çabasının yerleşmesidir. Kişisel üstünlükleriyle, bu inanç cephelerinin içine katılmadıkları halde, değerlerini onaylatan bazı adlar dışında; yirminci yüzyıl edebiyatımız artık hep bu eksen çevresinde oluşacak, Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş olayları; 1940 sonrasındaki Yeni Edebiyata kadar bu mayadan yararlanacak, ona dayanacaktır.
Congratulations @jesseoleman! You received a personal badge!
You can view your badges on your board and compare yourself to others in the Ranking
Check out the last post from @hivebuzz:
Support the HiveBuzz project. Vote for our proposal!
Congratulations @jesseoleman! You received a personal badge!
You can view your badges on your board and compare yourself to others in the Ranking
Check out the last post from @hivebuzz:
Support the HiveBuzz project. Vote for our proposal!
Congratulations @jesseoleman! You received a personal badge!
You can view your badges on your board and compare yourself to others in the Ranking
Check out the last post from @hivebuzz:
Support the HiveBuzz project. Vote for our proposal!
Congratulations @jesseoleman! You received a personal badge!
You can view your badges on your board and compare yourself to others in the Ranking
Check out the last post from @hivebuzz:
Support the HiveBuzz project. Vote for our proposal!