Düşünmek ve anlaşmak… Herkes tarafından anlaşılır olmak aklın derinliklerinden yükselir. Şuuru yorarak yükselişe tırmandırır. Ve tırmandırırken, şuuru da yoracak kadar zorlar.
Zirvelere tırmanmadan da hayatın kolayı var ama o da satıhtan çıkar ve değeri de ancak kolay olduğu kadardır. Zor olan düşüncedir ve o da her varlıkta değil sadece insandadır. Düşünmeyen insanlar da vardır. Düşünmeyenler ancak kendilerini düz bir yolda düşüşe geçirirler. Düşerken, ellerini bir dala atarlar ama dal test edilmediği için kırılmak için bahane arar... Düşünmeden, çürük dalı, dal diye kucaklamaya kalkışanın akıbeti… Akıbeti yerinde bırakırken, zannedersem düşünmeyen toplumdan yanlış bir şey emmedim. Ve beni emzirmeyen topluma hep karşı ve hep isyanda oldum… Zaten düşünmeyenler arasında düşüncesiz adam olamazdım. Hayatımı keyif içinde geçiren de olamazdım. Avrupa’nın Paris’inde oldum ama hiçbir eğlencenin içine girmedim. Kafasıyla düşünmek ve kafasıyla anlamaya çalışmak oldu benimki. Acaba ben yaşadım mı? Hayır. Hiç yaşamadım. Yaşamak için eğlenmek ve eğlendiklerinden keyif almak lazımdı. Ben ise: okula gider gibi, Avrupa’ya gitmiştim. Bir manastıra çekilir gibi değil de edebiyatın konuşulduğu yerdeydim. Orası da sazlı sözlü eğlence yerleri olamazdı. Benimki sazlı sözlü eğlence yerleri değil de edep dolu tiyatrolar oldu. Biraz korkarak ve daha doğrusu çekinerek oralara girmiştim… Çekinsem de hep edebiyatın ve sanatın devleri arasında olmayı hep hayal etmiştim. Aralarında bulunurken, haliyle korkacaktım. Çünkü geniş ufukları görmemiş ve ufuklar geniş olmamış biriydim… Ufuklara açılmış büyük gemiler değil de çünkü küçücük bir kayıkta idim… Ve buna rağmen sanatçılar edeplerini ve sanatlarını bölüşmeye razı oldular. Benimle sanat ve edeplerini bölüşen son edebiyatçı İstanbul’da her zaman üstadım diyebileceğim Paris’in sokaklarını okuduklarıyla adımlayan Cemil Hüseyin’inin içtiği tastan su içtim. Aynı tastan ve aynı sudan içmek isterken, reddedileceğimi bile düşünmeden düşünce dehasının içtiği tası iki elimle kavramıştım. Ve o da büyük bir heyecanla razı olduğumu görünce tebessüm etmiş ve beni dizi dibine oturtarak öğrencisi olarak kabullenmişti. Artık İstanbul’daydım ve rehberimle yaşamayı kendime tek şiar yapmıştım. Nihayet her tanıdığım arkadaşlar gibi değil hatta tanıdığım dostlardan daha fazla derin düşünen üstadımı sevmiş oluyordum…
Olgun yaşlarda idim ve hiç şüphe yok edebiyatçılarla tanışan bir bahtiyar oluyordum. Ya da kendimi öyle sanıyordum… Zannettiğimle adeta edebiyata çivilenmiştim. Bu sonsuz istek ve büyük bir arzuydu. Ve arkadaşlara karşı istekli arzularımı müdafaa etmek tek arzum oluyordu. Ve hiç aklımdan çıkmıyordu. Aklımdan çıkmayan edebiyat sadece doğruyu bilmek ve doğruyu söylemek oluyordu...
Sort: Trending