Teslim edilmesi gereken bir yazı ödevim varken evde boş boş oturup duvarları seyrediyordum. İçimden yazı yazmak gelmiyordu. Birazdan kalkıp bilgisayar oynarım diye düşünüyordum. Telefon çaldı, kalktım, salona koşturdum. Arayan uzak bir akrabamdı. Telefonumu babamdan almış. Beş yaşımdaki halime benzeyip benzemediğimi merak ediyormuş. Hazır yolu İstanbul’a düşmüşken bana uğramak istemiş. ‘Buyurun gelin’ dedim hiç istemeden. Eve davet ederken gelmeyeceği yönünde bir umudu da saklı tutuyordum. Beş dakika sonra kapı çalındı. İçeri buyur ettim, oturup şen şakrak sohbet etmeye başladık. Sohbet ilerledikçe adamcağıza haksızlık etmiş olduğumu düşündüm. Kendimi affettirmek için mutfağa gidip çay demledim. Özgün bir konuşma stili vardı. Merak uyandırmak konusunda becerikliydi.
Kendimi içki sofrasındaymış gibi hissediyordum. Çay içiyorduk oysa. Uzun bir sessizlik oldu bir ara. Sigarasından derin bir nefes çekti. Babacan bir tavırla, ‘Sen sen ol kimseye bilerek kötülük yapma’ dedi ve anlatmaya başladı:
“On yıl önce İstanbul-Tekirdağ karayolunun kıyısında bir ceset bulundu. Belki basından takip etmişsindir; gazetelere basılan bu tür resimler çocukların psikolojisini bozuyor diye kızılca kıyamet kopmuştu. Araba çarptığı ağaca saksı olmuş da sanki, ağaçtan yukarı doğru bir sarmaşık yürümüş. Sarmaşık dediğim adamın cesedi. Öyle tuhaf bir manzara. Resmi kesip saklamıştım tabii; eşe dosta gösteririm, ibret olur, ders olur diye. Kazazedenin adı Alemdar Yıldırım. Hisar Üniversitesi Su Ürünleri Enstitüsü’nde uzun süre başkanlık görevi yaptı. Adam yokluğunda adam olmuş adamlardandı.
Bizim hanım öğretim görevlisidir, o sıralar Hisar Üniversitesi’nde çalışıyordu. Malum, belli bir hizmet yılı dolunca yardımcı doçentliğe hak kazanılıyor. Vakti geldi, bekledik, bölümde bir türlü sınav açılmıyor. Birkaç sene böyle bekledi bizim hanım, sınavdan ses çıkmadı. Tanıdıklar vasıtasıyla işi kurcalamaya başladık. Öğrendik ki birkaç ay sonra trafik kazasında ölecek olan bu şahıs hanımı rektöre kötülermiş. Ders veremiyor, karakterinde de dengesizlikler vardır dermiş. Bizde jeton geç düştü. Adam iki yıllık bir yüksek okuldan mezun olduğundan hanım yardımcı doçentliğe terfi ederse Alemdar Yıldırım’ın yerine atanması gerekirmiş. Kanun, kitap, tamim öyle yazarmış. Bizim hanım deligözdür biraz; konuşmak, derdini anlatmak için rektöre çıktı. Rektör hanımı dinlememiş bile. Bağırıp çağırmış, sonra da odasından kovmuş.
Ertesi sabah hanımın Urfa Harran Üniversitesi’ ne tayini çıktı. Ben de eş durumundan tayin istedim. Urfa Köy Hizmetleri Müdürlüğü’ne atadılar. Güneydoğuda terörün ayyuka çıktığı bir devreydi. Hatırlarsın PKK İstanbul basınına satış yasağı koymuştu. Hanım her sabah ateşin içinden geçip işine gidiyor. Korkuyoruz ama korkunun ecele faydası yok bir yerde. Çok geçmedi, açılan yardımcı doçentlik sınavını kazandı, terfi etti hanım. Oğlum altı, kızım birbuçuk yaşındaydı o zaman. Bir gün oğlum aradı, ‘annem öldü’ dedi. ‘Niye ölsün annen, sağlam kadındır, bir şey olmaz’ dedim. Çıktım eve gittim. Evde baktım hanım girişte betonun üzerinde yatıyor. Çocuklar da çevresinde ağlaşıyorlar. Yüzü kireç gibiydi. ‘Annelere bir şey olmaz’ deyip çocukları susturdum. Ayılsın diye hanıma birkaç tokat çaktım. Tepki vermedi. Mutfağa gittim, buzdolabından bir şişe soğuk su çıkardım. Dönüp hanımın başından aşağı boca ettim. Baktım ayılmıyor, bileğini tuttum, nabzı atıyor mu diye. Kalbi durmuş. Korktum, katil diye hapse atarlar adamı. Polisi aradım. ‘Eşim ölmüş’ dedim. Hanımı sırtıma aldım, morga koysunlar diye hastaneye götüreceğim. Çok afedersin, altıma kaçırmışım hanımı taşırken. Yolda her yanımdan oluk oluk ter boşaldı. Hastanede doktorlar hanımı muayene ettiler, ölmemiş dediler, allah razı olsun, alıp yoğun bakım ünitesine koydular.
Bu olaydan sonra bende bir koşuşturmadır başladı. Sabah kalkıyorum, kızı kreşe, oğlanı okula bırakıyorum. İşe gidiyorum. İşyerinde benim kadro benden önce iki yıl boş kalmış. İmzalanması, kontrol edilmesi gereken evraklar dağ gibi birikmiş. Bir ay sonra da müfettişler gelecekti teftişe. Akşama kadar deliler gibi çalışıyorum, akşam hastaneye hanıma uğruyorum. Hanım bir türlü ayağa kalkamıyor. Düştüğü gün aşırı stresten dolayı tansiyonu düşmüş. Ölmediğine dua etmek gerekirmiş. Kreşe gidip kızı, okula uğrayıp oğlanı alıyorum. Eve gidiyoruz, yemeklerini hazırlıyorum, küçüğün altını değiştiriyorum. Çocukların da asabı bozulmuş, annelerinden yoksunluğun acısını benden çıkarıyorlar. Ben de kıyamıyorum, kul köle oldum çocuklara. Bu böyle bir ay kadar devam etti.
Bir akşam oğlan su istedi, bardak aramak için mutfağa gittim, baktım bulaşıklar birikmiş, kullanılacak tep kap kalmamış. Biraz eşelendim tavuk gibi, temiz bir çay bardağı buldum. Suyu doldurdum, götürüp çocuğa verdim. Mutfağa döndüm, bulaşıkları yıkamaya giriştim. İşim bittikten sonra yorgunluktan sallanarak salona döndüm. Koltuğa otururum, ayaklarımı sandalyeye uzatıp bir güzel dinlenirim diye düşünüyorum. Oğlanın ağzından kanlar boşalıyordu. Boş gözlerle baktım oğlana. Donmuşum, rüyadayım sanki. Oğlanın ağzını açtım, dili parçalanmış. Kucaklayıp hastaneye götürdüm. Hastanede pansumanını yaptılar, avcunu açıp çay bardağının dibini çocuğun elinden aldılar. Afiyetle yemiş çocuk bardağı. Sabah çocuğun dışkısına bakmamı, eğer dışkıda kan görürsem tekrar getirmemi tembihleyerek salıverdiler bizi. Eve geldiğimde küçüğü uyanmış ağlıyorken buldum. Ağlaya ağlaya yoruldu, uyuyakaldı. Oturdum mahzun, yorgun seyrettim çocuğu. Öylece duruyor orada, masum, günahsız. Yatağıma gittim, babamın ölümünden beri ilk defa ağladım. Eşekler gibi böğürüyorum, bir yandan da çocuklar uyanacak diye korkuyorum. Bir tabanca bulsam o an kendimi vuracağım, öyle bozuğum. Bedduaya oturdum. Yalvardım ki Allah’ım durumuma sebep olan Alemdar Yıldırım adlı kişi benden beter olsun. Ertesi sabah, bir telefon geldi İstanbul’dan, Alemdağ Yıldırım kaza geçirdi dediler. Yaşadıklarımdan beteri ölümmüş demek diye düşündüm, üzüldüm dersem yalan olur şimdi.”
Öyküsünden etkilenmiştim. Merak içindeydim.‘Eşiniz iyileşti mi bu arada?’
‘Benim birader doktordur, onu aradım. Halimin perişanlığını anlattım, hanım iyileşmiyor dedim. Sağ olsun, kalktı İstanbul’dan geldi. Hastanede hanımı muayene etti, serumuna garip şişeli iki iğne kırdılar. Üç güne kalmadı iyileşip ayağa kalktı.'
Aklına bir şey gelmiş gibi telaşla kalktı. ‘Bana müsaade’ dedi. Keyifli sohbeti için teşekkür ederek uğurladım onu. İçim içime sığmıyordu sevinçten. Ertesi gün teslim etmem gereken yazı ödevim tamamdı işte. Keşke bir teybim olsaydı cebimde diye hayıflandım. Oturup bu satırları yazdım.
Writing Homework
While I had a paper assignment to hand over, I was sitting at home alone watching the walls. I didn't feel like writing. I thought I'd get up and play computer. The phone rang, I got up and answered the phone. It was a relative. He took my phone number from my father. He was wondering if I looked like my childhood. He wanted to stop by as he was on my way. I said, " Of course, please come here." I kept a hope that he wouldn't come when I invited him home. Five minutes later, the door was knocked. He came in, we sat down and started chatting. As the conversation went on, I thought I was unfair to him. I went to the kitchen and made tea. He had an original speech style. He was very good at arousing curiosity.
I felt like I was drinking alcoholic beverages whereas we were having tea. There was a long silence. He took a deep breath from his cigarette. And he began to explain:
“Ten years ago, a dead body was found on the banks of the Istanbul-Tekirdağ highway. Maybe you've been following the press; there was a debate that this kind of pictures printed in the newspapers have broken children's psychology. It was as if the car had potted the tree, and a ivy from the tree went up. It was the body of the man. It's such a strange sight. I cut the picture and hide it, of course, to show to friends, to be a lesson. The name of the man is Alemdar Yildirim. He served as President of the Fisheries Institute of Hisar University for a long time.
My wife is a faculty member; she was working at Hisar University at the time. You know, when a particular year of service passes, you become eligible for assistant professor. It was time; we waited, there were no exams in the department. She remained like this for a couple of years, and she didn't hear any sound from the exams. We started digging through acquaintances. We found out that the person who died in the traffic accident a couple of months later said a bad thing about my wife to the rector. He can't teach, it is said that there are imbalances in his character. We got the coin late. Since the man graduated from a two-year high school, Alemdar Yildirim had to be replaced if my wife was promoted to assistant professor. My wife went to the rector to talk, to explain her troubles. The rector didn't even listen to my wife. He screamed, and then he kicked her out of his room.
The next morning, she was appointed to Urfa Harran University. So I asked for coordination. They appointed me to Urfa Village services Directorate. It was a time when terror broke out in the southeast. Remember, the PKK banned sales of Istanbul press in the region. She goes through the fire every morning to go to work. We're scared, but fear is useless. It's not too late; she won the assistant professor exam, she was promoted. My son was six; my daughter was one and a half years old. One day my son called and said, "my mother is dead."
I said, " Why would your mother die; she's a good woman, she'll be fine."
I went home. I looked at the house, and my wife lies on the concrete at the entrance. The kids are crying around. His face was like lime. I said, "mommy's gonna be okay," and I shut the kids up. I slapped her so she could sober up. She didn't react. I went to the kitchen, took out a bottle of cold water. I turned around and poured it down to the face of my wife. I looked at her; she didn't wake up, I grabbed her wrist. Her heart was stopped. I was afraid they'd put me in jail for murder. I called the police. I said, "my wife is dead." I was taking her to the hospital so they can put her in the morgue. I was so sorry; I pissed my panties when I was carrying my wife. All the way down the road. At the hospital, doctors examined my wife; they said she was not dead, God bless her, took her and put her in the intensive care unit.
After this incident, I started a rush. I get up in the morning; I drop my daughter off at kindergarten, the boy to school. I'm going to work. My position at the workplace was vacant for two years before me. The documents that need to be signed and checked have accumulated like mountains. A month later, the inspectors were coming to the inspection. I work like crazy till the evening, and I stop by the hospital for my wife. She can't stand up. The day she fell, her blood pressure dropped due to extreme stress. I had to pray that she is not dead. I'm going to go to the Day Care Center, pick up the girl, stop by the school and pick up the boy. I'm going home; I'm cooking, I'm changing the little one. And the children are upset, and they take away the pain of deprivation from their mothers. I'm a slave to the children. It lasted about a month like this.
One evening, the boy asked for water, went to the kitchen to look for a glass, the dishes were accumulated. I found a clean bowl of tea. I filled the water, took it away and gave it to the boy. I went back to the kitchen and started washing dishes. After I was finished, I swung out of exhaustion and went back to the living room. I think I'll sit in the chair, put my feet on the chair and get some rest. My son was bleeding out of his mouth. I looked at the boy with empty eyes. It's like I was frozen. I opened the boy's mouth; his tongue was bleeding. I hugged him and took him to the hospital. In the hospital, they put their dressing on, they opened the palm and took the bottom of the teacup from the child. Oh, my God, he ate the glass. They adviced me look at the child's stool, and if I see blood in the stool, let them know. When I got home, I thought I would find the little one waked up crying. She was tired of crying; she fell asleep. I sat down, grizzly, tired. She was lying there, innocent, sinless. I went to bed, and I cried for the first time since my father died. I was bursting like a donkey, and I'm afraid the kids are going to wake up. If I could find a gun, I'd shoot myself. I sat in bed. I begged Allah Alemdar Yildirim who caused my condition to be worse than me. The next morning, a phone call came in from Istanbul, they said Alemdag Yıldırım had an accident. I thought his death was worse than what I've been through, and it would be a lie if I said I was sorry.”
I was impressed by his story. I was curious."Did your wife get better, by the way?’
‘My brother is a doctor, I called him. I told him I was miserable, and I said she's not getting well. Thanks to him, he got up from Istanbul. At the hospital, they examined my wife, broke two syringes of strange bottles into her serum. She got better, and she got up.'
He was anxious as if something had come to his mind. He said, "allow me, I should go". I sent him thanking for his pleasant conversation. The next day, I had a paper assignment to deliver. I wish I had a tape in my pocket. I sat down and wrote these lines.
I can relate to the not wanting to write an assignment. The best way to ensure I don't want to do something is to make it mandatory.
I post shortstory as well in Indonesian. Nice to know u post a great shortstroy
Posted using Partiko Android
Very nice comments @coretan.aksara
I am the 365th person who likes you😬I am very happy to be with you every day.😜
Thank you 😃👏
Hi, I didn't understand your language... I am trying to google translate it.. I feel that your article looking good.. Thanks for sharing.
I translated it into English. You can read now.
yine çok güzeldi..
bir film izliyormuş hissine kapıldım ama hüzünlüydü hikâye bu kez:(
Çok eski zamanlarda yazdığım bir hikaye. Gerçekten bir abi anlatmıştı. Pek değiştirmedim.
hani bazı insanlar der ya, hayatımı yazsam roman olur diye, gerçekten niceleri var aramızda..
biz pek azına âşinâ oluyoruz..
iyi ki yazmışsınız.
Please upvote my blog and grow my blog have nice day for everyone
Yetememe, yetişememe çok zor duygular. Okurken hissettirdi. Elinize sağlık hocam.
Teşekkürler. Gerçek bir hikaye. Bir abimiz anlatmıştı yıllar önce.
Amazing
Thank you
Bazı duygular insanı fena yapıyor.
İnsanı fena yapan bazı duyguların da ne olduğun tam olarak kestiremiyorsun, bazen. Bazen de kestirdiğin halde o duyguyu anlatamıyorsun. Öyle bir duygudur ki bazen, artık, ne bileyim...
Bir sürü 'bazen, ne bileyim...' ifadeleri uyandırdı bende.
Emeklerine sağlık. Çok sevdim.
Teşekkür ederim. 15 yıl kadar önce yazılmış bir hikaye. Bana anlatıldığı biçimde yazmıştım, sadece yazı ödevi kısmı kurgu.
Varmış bir geçmişi. Ben çocukken adamlar yaşamış, yaşadığını anlatmış. Sonra o anlatılan, yazıya geçirilmiş.
Daha yeni okuyorum bense.
Wonderful book collection
your all post are awesome but we want to know about yourself
Dönüp baksak hayatımıza o kadar anlatılacak şeyler var ki, bu yaşanmışlığı hikaye tadında okumak müthişti yüreğinize sağlık...
Teşekkürler :)
Many beautiful posts.Your posts are a lot of learning topics. that is my favorite .You post a lot of teaching things. That helps us learn a lot. Hope you do that among us.
Nice idea
So this is my opinion
truth really feels bitter but at least someone can know things that make it different from other people's views.