Puslu bir Ankara sabahından herkese merhaba. 🙋♀️
Hava bu aralar çok değişken. Bir ara o kadar sıcak oluyor ki yazdan kalma günlere heves ediyormuş gibi sanki. Sonra bir de bakmışsınız ki üşümeye başlıyor, tutunacak, sıcak hissettirecek şeyler arıyorsunuz.
Tıpkı şimdiki gibi. Neyse ki depresyon hırkası olmayan hırkam çok uzakta değildi.
Son birkaç gündür kütüphânemi temizleyip düzenlemeye çalışıyorum. Bugüne dek kitapları dik bir şekilde muhafaza etmeye çalışmıştım ama direnemedim, pes ettim ve pek hoşlanmasam da bazılarını yatay olarak üst üste yığmaya başladım. Yapboz yapar gibiydi bu durum.
En ufak boşluk kalmasın diye birbiriyle uyumsuz kitapları yan yana getirdiğim doğrudur. Minik Hobbit serisini, güvende olduğu o İthaki'den, Yüzüklerin Efendisi yaşam alanından koparıp Niteliksiz Adam'ların üzerine dizmekle, onların 'ne yapmaya/nereye varmaya çalışıyorsun' demelerine kulağımı tıkamış olabilirim. Evet duyuyorum sizi pek memnun değilsiniz ama birbirinize alışmak zorundasınız. Hem bak Montaigne hiç ses çıkarıyor mu? Yanındakilere belki küçümseyen bakışlar atıyordur ama bunu hissettirmeden yapıyor. 🤷♀️
Neyse bu kadar da açık etmeyeyim onları, yine arada konuşuruz. :)
Bu satırlara başlama sebebime gelince, başlıktan da anlaşılacağı üzere eylül ayında okuduklarımdan bahsetmek istiyorum birazcık. Bana en zor gelen paylaşım budur. O kadar öteliyorum ki neredeyse kasımı bitireceğiz. Ama sayfamda topluca yer almalarını da istiyorum. Yapmak isteyip de yapmak istemeyenler anlayacaktır beni..
Engin Geçtan ile geç tanıştım. İnsan Olmak kitabını ise daha da geç bitirdim diyebilirim. Elime aldığımda, ilk bölümünü okuyunca altına attığım tarih tam olarak 10 Ekim 2021.
Aslında her gün bir kısım okumuş, bol bol altı çizili cümle ve iç dökmeler sığdırmışım sayfalara. Geçen yıl sadece üç ayrı zamanda okuyabilmiş, bu yıl da aynı şekilde devam etmişim. Artık sonlandırmak istedim. Yıllara yayılan bu okuma ile kendimi ve daha birçok şeyi tanıma nihayete ermiş oldu. Bu kitap hakkında saatlerce, günlerce konuşulabilir. Övülmeye değer olduğunu ifade eden birçok süslü laf edilebilir. Fakat bunların hepsi eksik kalacaktır.
Garip bir şey de dikkatimi çekti, okuduğum pasajlardan bazılarını daha önceden bildiğimi, bir yerlerde okumuş veya duymuş olduğumu fark ettim. Çevreden/sosyal medyadan vb yerlerde gördüğüm ve kendi düşünceleriymiş gibi paylaşılanların membaı buraymış meğerse. Fikir hırsızlığından başka bir şey değil bu. :/
Kitaplarınızı ödünç verir misiniz? Ben eskiden sevdiklerimle paylaşıyordum fakat geri gelmiyordu, ben de isteyemiyordum. Bir şekilde gelenler de yıpranmış ve hırpalanmış oluyordu. Onları öyle görmek çok üzücü. Artık kimseye ödünç kitap vermiyorum. Beğendiklerini ve okumalarını istediklerimi hediye ediyorum. Hem bu sayede benim bebeklerimin başına kötü şeyler gelmemiş oluyor.
İnsan Olmak özelinde konuşursak, altı bol çizili oluşu ve kenardaki karalamalar yüzünden de kimseye emanet edilmemesi gerekir zaten. Sanki ezkaza okurlarsa tüm düşüncelerimi ve geçmişimi öğreneceklermiş gibi. Yazar; beni, hissettiklerimi, adını koyamadığım her ne varsa anlatmış yıllar önce.. 🙊
Vaktiyle doğayla olan mutlu beraberliğinden kopan insan, onun yerine geçecek ve yaşamına anlam katacak bir başka beraberliği bulamadığı gibi artık doğaya da geri dönememiş ve umudunu uzaydaki başka dünyalara yöneltmiştir. (sf 23)
Kendinize iyi gelecek bu kitabı henüz okumayanlarınız varsa kesinlikle öneriyorum. Asla pişman olmayacaksınız.
Ayşe Acar'ı daha önce tanımıyordum. Önüme düşen Tweet'te yeni çıkardığı kitabının bahsi geçiyordu. Yunus Emre'nin meşhur, 'Çıktım Erik Dalına' şiiriyle ilgiliydi o. Sevdiğim ve ilginç bulduğum bu şiir hakkında ne anlattı acaba diye merak ettim ve Amazon'a baktım hemen. Fakat oraya henüz gelmemişti. Onun yerine Kırklar Meclisi Hünkar Bektaş'ı görünce ilgimi çekti. Sepetime eklerken, kenarda bundan sonra bahsedeceğim kitabı da gördüm. İkisini birlikte sipariş ettim.
Atlas'ın Karanlık Orman'ı sırtından indirmesinin üzerinden çok zaman geçmişti. Zu'mlar dağıtılmış ama onların, insanların üzerine sinen soğuk nemli kokusu uzun süre gitmemişti. Dedeler bu kokudan arınmak ve arındırmak için taliplerine bal, süt ve elma dağıttılar. Karanlık Orman'la Başka Bir Yer arasında şimdi Ardıç Ağacı var. Hünkar Bektaş, Kırklarla, Hırka Dağı'nın tepesindeki bu ağacın tepesinde buluşuyor. Kırkların başı Hızır'dır. Onlar zamanda hareket etmezler. Zaman Hızır'a göre hareket eder. Geçmiş, kimi zaman henüz olmamış olandır; gelecekse, bazen olmuş bitmiş olan.
(Arka Kapak)
Elime geçtikten kısa süre sonra okumaya başladım. Mistik, fantastik ve mitolojik anlatıların bolca olduğu kitabın arka kapağı etkileyiciydi ilk etapta. Bu tarz şeylere âşina olduğum için bana garip gelmedi fakat ilk defa karşılaşan biri 'ne okuyorum ben' diyerek afallayabilir hatta sıkılıp yarım da bırakabilir. 216 sayfalık bu kitap herkese göre olmayabilir, bu yüzden tavsiye edemem.
İnsanlara kızıyordu ama kızgınlığını duru sularda yıkayıp öyle söylüyordu. (sf 177)
Kenarda gördüğüm ve isim benzerliğinden dolayı eş zamanlı okumanın iyi bir fikir olduğunu düşündüğüm Kırklar Meclisi'nin yazarı ise İskender Pala. Bir zamanlar çok meşhurdu kendisi. Ben de birkaç kitabını okumuştum daha önce. Bu kitap biyografi serisine ait. İçinde kırk bölüm var ve vaktiyle gazete ile dergilerde yayınlanmış yazılarından oluşuyor. Bir bölümünde isim vermeden kendisinden de bahsetmiş yazar. Onun olduğunu bildim.
Gazneli Mahmut, Ahmet Yesevî, Kadı Burhanettin Ahmet, Seyyid Nesimî, Murat Hüdavendigar, Ali Şir Nevaî, kadın şairlerden Zeynünnisa ve Mihrî Hatun, Sultan Bayezit, Barbaros, Şehzade Mustafa, Fuzulî, Hayalî, Bakî, Nabî, Sürûrî, Turgut Reis, Mimar Sinan, Şeyh Galip, Bayburtlu Zihnî, Ziya Paşa, Âşık Veysel, Süheyl Ünver ve James Clarence Mangan, hakkında kısa bilgiler verilenlerden bazıları.
Kimdir bizi men eyleyecek bağ-ı cihândan
Mevrus-ı pederdir gireriz hâne bizimdir
-Nâbi-
"Cennet bahçelerinden bizi men edecek olan da kimmiş?
O ev bize (Hz Adem'den dolayı) baba mirasıdır, elbette gireriz."
(sf 112)
Her gün ikişer bölüm okuyarak bitirdiğim bu kitap sayesinde yeni isimler ve şiirler keşfettim. Özellikle James Clarence Mangan. İrlanda'nın ünlü şairinin şiirlerini okumak keyifliydi benim için. 🙂
Kütüphânenin deposunda çok eski, yarısı kurtlar tarafından kemirilmiş birkaç kitap görmesi onun hayatını değiştirmiş. Elinde tuttuğu kitap divan şiirinden bazı örneklerin Almanca çevirileridir. O günden sonra Türk şairlerinin dünyasına girer ve bir Türk gibi şiirler kaleme alır.
Şimdi kervan yola çıkıyor, meçhul bir ülkeye doğru.
Çanları hareket işaretini vermeye başladı bile.
Sevin ruhum; zavallı kuşum, kurtuluyorsun nihayet.
Nihayet kafesin çöküyor, demirleri dağılacak yakında.
Elveda gaileli dünya, günahlarla haşır neşir dünya.
Ruhum Allah'ın sakin yurdunda dinlenecek artık. (sf 149)
Sur ve Gölge ismiyle beni etkilediği için sepetime attıklarımdandı. Yazarı olan Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile tanışma kitabım oldu diyebilirim. Arka kapağı okuyunca beğeneceğimi düşünmüştüm.
Kumkapı'yı, Moda'yı ve Antakya'yı sahne olarak seçtiği bu kitabında; gizemli ve fantastik ögelerle sarmalanmış bir dünya yaratırken sarsıcı karakterleriyle birbirine ilmeklenmiş şaşırtıcı ilişkiler kuruyor, insani durumlara dönük yoğun katmanlar oluşturuyor.
(Arka Kapak)
İçinde, kitaba da ismini verenin haricinde iki öykü daha bulunuyor. Anlatımı son derece akıcı ve merak ettiriciydi. Sıkmadı hiç. Biraz Kanal 7 filmlerine benziyordu sadece. Onun dışında güzeldi. Bazıları okuyucunun hayal dünyasına bırakılmıştı. Mutlu veya mutsuz sona siz karar veriyordunuz.
Ayaklı meyhaneler diye bir şeyden bahsediyor. Hiç duymamıştım, hayli ilginç olduğu için sizinle de paylaşmak istedim.
İyice temizlenen kuzu bağırsağının ucuna bir musluk takarak içini rakıyla doldurup vücutlarına kuşak gibi saran satıcı, üzerine bol cüppe giyerek sokaklarda dolaşırmış. Bunlar daha çok çulsuz takımına, işten eve koşturanlara ve esnafa hizmet verirmiş. Müdavimleri epey fazlaymış. Hatta manavdan aldıkları birkaç dilim meyve ile birlikte içip evlerine öyle gidermiş insanlar.
Sur ve Gölge'nin sonu bana okuduğum bir Sabahattin Ali hikayesini anımsattı. Hapishaneden kaçışı anlatıyordu ve en çok etkileyen öyküsüydü beni..
Marmara surlarının en önemli yerleri kapılarıydı. Otuz altı sur kapısı vardı. Kapılar yaşam ile ölümü, güven ile korkuyu da birbirinden ayırırdı. Kapılar surların en zayıf ve en güçlü yerleriydi. (sf 16)
Karanlık, adamı bırakıp kapıdan çıkmış, dışarıda beklemeye başlamış. (sf 38)
Bir Başka Işık adlı öyküsünü okurken keyif aldım. Mistik yanı olduğu için etkiledi beni. İyi ki okumuşum dedirtti.
Aslında mutluluğu gerçekten görmek akılla mümkündür. Mutlu olmak değil, mutlu olduğunuzu anlamak gösterir ışığı. (sf 60)
Yüzün Tamamlayıcısı'nda mekan olarak Antakya ve Defne'yi görmek biraz hüzünlendirdi. Kitapta anlatılan ve gitmiş kadar olduğum o güzelim yerlerin şimdi var olmadığını bilmek acı vericiydi. 2009'da basılan bu kitap nereden bilecekti ki? Kaybettiklerimizi bir kez daha yâd etme imkanı verdi bana okuduğum satırlar..
Yaşarken öleceğimizi biliyoruz, ölüyken bir gün doğacağımızı biliyor mu ruhumuz ya da moleküllerimiz? (sf 98)
Ruh çok unutkan bir varlık.. (sf 99)
Sadık Yalsızuçanlar'ı yaptığı televizyon programlarından tanıyordum. Bir dönem izlerdim, kitaplarını da edinmiş hatta birkaç tanesini de okumuştum. Toplu Öyküleri'nin üç cilt hâlinde basıldığını görünce de kütüphâneme katmak istedim.
Uzun bir okuma süreci oldu, başladığım tarih, bu yılın ilk günüymüş. Eylül benim için tam bir toparlama ayı olmuş demek ki..
Eser; Sırlı Tuğlalar, Ayan Beyan, Güzeran ve kapakta ismi bulunan Garip adlı kitaplarının birleşiminden oluşuyor. Toplamda 463 sayfadan oluşan bölümleri yavaş yavaş, neredeyse tüm yıla yayarak okumuşum.
İlk baştakiler çok güzeldi, tam bir öykü gibiydi diyebiliriz. Yani bir olay etrafındaki karakterlerin yaşamına tanıklık ediyorduk. Keyifliydi.
Ama sonra öykünün o görünmez çerçevesinin dışına çıkılmış ve tabiri caizse klavyenin başına oturup aklına her gelenin kağıda geçirildiği bir şeye bürünmüş. Hiçbir şey anlatmıyormuş gibi sanki kafasının içindeki anlamsız ve hatta saçma sapan fısıltıları dinliyormuş gibi hissettim. Bu kısımlar hoşuma gitmedi.
Ayrıca birçok yazım kuralına, noktalama işaretlerine uyulmamış olması da rahatsız ediciydi. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Sadece bitirmek için okudum ve nihayet kurtuldum. :)
Bir gün diğerlerini de okuyacağım ama. Çünkü her kitap insana bir şey öğretir. Hem yazmayı hem de kendini ifade etmeyi, güzel cümle kurabilmeyi ve daha sayamayacağım birçok şeyi. Bazen de neyin olmaması gerektiğini..
Altını çizdiğim bazı satırları eklemek istiyorum, o kadar da olsun. 🙂
Yıldızları biraz yükselince ulaşacakmış gibi hissederdik. Gökle yerin birleşik olduğunu duyana kadar bakardık yıldızlara. Yanıp yanıp sönmeleri ömrümüze karşılık geliyordu, dedem böyle söylerdi. (sf 12)
'Deveye' dedi babannem, yere çömelip sırtını dut ağacına yaslayarak "inişi mi seversin, yokuşu mu diye sormuşlar; düze kıran mı girdi" demiş. Annem kıs kıs güldü. 🤭
(sf 18)
Bir gölgeyiz dedim. Bunu anlamadan karılıyoruz toprağa, toprak daha koyu bir gölgedir, her şey gibi o da dünya değirmeninde kader tozuna dönüşür. (sf 100)
İş Kültür'den çıkan bu klasikleri seviyorum. Hepsi birbirinden güzel. Daha önceden başka yayınevlerinden edinmediklerimi alıp seriyi tamamlama niyetindeyim. Bu ayki seçimim Mehmet Rauf'tan Bir Aşkın Tarihi oldu. Daha önce Eylül isimli romanını okuyup çok sevmiştim. Fakat bu eserinde aynı duyguları hissedemedim. İçinde yedi öykü bulunuyor. İsminden dolayı aşk ve sevgi dolu hikâyeler okuyacağınızı sanıyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz öyleyse. İçinde bunun tam zıttı ve sinir edici hayatlar bulacaksınız. Yayınevi neden böylelerini bir araya getirip isim olarak da onu seçmiş anlayamadım. 🤷♀️
Öykülerden birinin adı Cadı idi. Büyük bir merakla okuduğum satırların altına şöyle bir not düşmüşüm: 'Sonu havada kalmış, daha iyi olabilirdi. Hüseyin Rahmi olsaydı ne güzel anlatırdı. Onun da Cadı isimli bir eseri var, okuduktan sonra belki buraya uğrayıp fikrimi yazarım.'
İki yazarı birbirine düşürmüş gibi olmayayım ama durum böyle. 🤭
_ Bu sene bahar ne kadar hoş oldu. Mart da mart değil, hazirana benzer bir vakit geçti.
_ Bu sene dünya mevsimlerini değiştirmiş diyorlar.
_ Oo işte bu tuhaf. Demek bu sene bütünüyle harika olacak. (sf 6)
1915'te yazılan bir kitapta geçen diyaloğa bakılırsa dünyanın mevsimleri eskiden beri değişmişmiş.. :)
Şimdi bahsedeceğim kitap da yine yukarıdaki seriden. Mehmet Cemal, Kuşdili'nde okuyanları sinirlendiren bir aile hikâyesini anlatıyor. Evlilik üzerine düşündüren metinler ve bolca şiir içeriyor. O zamanlarda kız ve erkeğin erken yaşta evlendirilmesi konusuna okuduğum kitaplarda çokça denk geldim. Kayıp giden hayatlar ve hayallerdi onlar. Burada da öyle.
Bilir misiniz, adamcağızın biri on beş yaşındaki oğlunu evlendirmek istemiş. Ahbaplarından biri de "Daha küçük, aklı başına gelsin de ondan sonra evlendirin." demiş.
O adam da "Aklı başına gelirse hiç evlenir mi?" karşılığında bulunmuş. (sf 17)
Severek evlense de elde edemediklerinde gözü kalanlar tiksindirici. Hüzünlü bir hikâye okumak isterseniz okuyabilirsiniz ama ben tavsiye etmem.
Bir gün gelir, uçsuz bucaksız denizlerin hiddetli dalgaları bile çırpına çırpına bir sahilde kırılır, düşer. Zaten hayat böyle değişmese yaşamak neye yarar? (sf 29)
Everest'in çıkardığı 'açık hava serisi' çok hoş. Daha önce okudunuz mu bilmiyorum ama küçük boy ve ince oluşları en büyük özelliği. Hem her yerde kolayca okuyup bitirme imkanı veriyor hem de her çantaya sığabiliyor.
Daha önce tanışmamıştım Federico Garcia Lorca ile. 1932'de kaleme aldığı Kanlı Düğün, üç perdelik bir tiyatro metni. Tesadüf ki yukarıda bahsettiğim gibi bir ailenin, evlendiği eşine değil de başkasına ilgi duyan bir çiftin hikâyesi.
Damat: Senin yanından ayrılınca büyük bir boşluk duyuyorum, sanki boğazımda bir şey düğümleniyor.
Gelin: Kocam olduğunda kalmaz.
Damat: Bence de. (sf 31)
İki defa okudum. Hüzünlü yanı insanı içine çekiyordu. Belki de bana Game of Thrones'un o meşhur sahnesini anımsattığı içindi: 'Red Wedding..'
Öfkeli bir yıldız gibiydi. Yüzü kül rengiydi. Tüm soyunun yazgısı ifadesindeydi. (sf 74)
H. P. Lovecraft'ın Cthulhu'nun Çağrısı isimli öyküsünü okudum ama tam olarak olayların içinde bulamadım kendimi. Sorun bende miydi, okuduğum zaman mı yanlıştı yoksa çeviriden dolayı mı emin olamadım. Daha sonra tüm öykülerinin birleştiği edisyonundan tekrar okumayı düşünüyorum. Arka kapak yazısı ne güzeldi aslında.
Edebiyatta fantastik kahramanlar ve korku dendiğinde ilk akla gelen isimlerden olan yazar, eski mitolojileri yok sayarak kendine özgü bir mitos yarattı. Bir ahtapotu, bir ejderi kendinde birleştiren, pençeli, kanatlı, yaşamayan ama ölü de olmayan Cthulhu; sınırsız, benzersiz ve ürpertici dünyalara yolculuklar vaat ediyor.
(Cthulhu'nun Çağrısı, Arka Kapak)
Dünyadaki en merhametli şey, zannımca insan zihninin içerdiği bilgiler arasında karşılıklı bağıntılar kurmaktaki yetersizliğidir. Kapkara sonsuzluk denizinin ortasındaki dingin cehalet adasında yaşıyoruz ve uzaklara seyahat etmek bize göre değil. (sf 5)
1928 yılında doğan ve uzun seneler gazetecilik yapan İbrahim Örs'ün bir sürü çocuk kitabı ve öyküsü varmış. Daha önce hiç duymamıştım, tanışmak istedim.
Bütün Öyküler isimli, 254 sayfalık bu kitapta 32 adet öykü vardı lakin ben iki tanesini sevdim. Bunlar Ceza ile Ödev'di. Elimde birkaç eseri daha var okur muyum bilmiyorum.
Yazarı Luisa Hartmann olan Antartika'da İsyan'ı da okudum. İyiydi fakat Ahmet Mithat Efendi gibi konuyu kesip araya bilgiler sıkıştırmasaydı daha iyi olabilirdi. Okumayı duraklatıyordu, bu hoşuma gitmedi. Belki bilgi sayfası olarak en sona eklenebilirdi. İş Kültür Yayınları'dan çıkan ve 12 yaş üzerine hitap eden bu serinin hemen hemen hepsini edindim. Aralarda çerezlik niyetine okumak hoşuma gidiyor. İçerisinde Dagmar Geisler tarafından çizilen eğlenceli resimler de var.
Konusunu kısaca söylemek gerekirse hayvanların, insanlara karşı verdiği mücadeleye şahit oluruz. Antartika'da insanlar daha fazla para kazanmak için doğaya zarar verir. Buna dur demek isteyen hayvanlar birleşir. Okuduğuma sevindim, penguenleri çok severim zaten. 🐧🐧
Cahit Zarifoğlu çok yönlü bir yazar ve şair. Daha önce şiirlerini ve yazarlık tavsiyesi verdiği kitabını okumuştum. Kendisi bu kez de Serçekuş ile çocuklara seslenmek istemiş olmalı. 🐥
Şehirlerden çok uzakta bir gelincik tarlası sabahın ilk ışıklarını karşılamaya hazırlanıyor. Güneş tam doğacakken çıkan hafif bir esintiye kadar, incecik otlar bile hiç kımıldamadan bekler. Güneş sanki görülen bir şey değil de duyulan bir şeymiş gibi etrafı dinlerler.
(sf 5)
Bir küçük serçe ile avcı arasındaki hayali konuşmalara kulak vermek istemez misiniz?
Serçenin gözünden ormandaki hayatı, hayvanları, avcıların kötülüklerini ve daha birçok şeyi öğrenmek isterseniz Serçekuş ile ufak bir gezintiye çıkabilirsiniz. İçindeki tatlı çizimlere bakmayı da unutmayın sakın. 🐤
Atları çok severim, özellikle yılkı atlarına karşı içimde bir sevgi ve şefkat hissediyorum. Acıklı hikâyelerine şahit olduktan sonra içinden 'atlar' geçen tüm kitapları okumaya çalışıyorum. Roberto Piumini'nin Binbir At Masalı da öyleydi benim için. 🐎
Çocukların yakın arkadaşı, maceraperestlerin ve büyük hükümdarların can yoldaşıdır atlar. Hayatın ve edebiyatın bütün sayfalarında yer alırlar. Efsanelerde kanatlanıp güneşe uçarlar, halk öykülerinde sırtlarında şövalye ve kovboyları taşırlar. Bazı atlar kanlı canlı, güçlü ve hızlıdır. Bazıları evcil ve yardımsever, bazıları özgür ve vahşi, bazılarıysa tahtadan, mermerden ve çeliktendir.
(Binbir At Masalı, Arka Kapak)
İçinde Troya atından tek boynuzlu ata, Don Kişot'un atı Rosinante'den Pegasus'a, Büyük İskender'in atı Bukefalos'tan Endülüs Atı'na, Nuh'un Atları'ndan denizatına ve şu yazımda bahsettiğim San Marco Kilisesi'ndeki atlara kadar birçok hikâye mevcut burada. Ayrıca renkli çizimler de sayfaları süslüyor. 🐎🐎
Değişik ve efsanevi atların hayatına tanık olmak isteyenler için keyifli bir okuma deneyimi olabilir. Benim çok fazla bir beklentim yoktu ama daha iyi olabilirdi. Yine de çocukların hoşuna gidebileceğini düşünüyorum.
Yazarı Moreno Burattini ve çizeri Gallieno Ferri olan Zagor ile daha önce tanışmıştım, indirimde denk gelince bu sayısını da almak istedim. Kahramanımızı sevdim, hikâye de güzeldi. En güzeli ise basit bir çizgi romandan yeni bir şey öğrenmekti. Afrikalıların o meşhur ahşap maskeleri hakkında birçok bilgi öğrenmiş oldum. Adeta 'sohbet ortamında satılacak' türdendi. :)
Maskelerin ne amaçla yapıldığı, neyi ifade ettiği ve neye iyi geldiğine dair şeylerdi. Kısacası maskelerin hikmetini öğrenmiş oldum. Hiç bu şekilde düşünmediğimi itiraf etmeliyim.
Ayrıca sunuş yazısında, İtalya'nın Zagor hakkında faaliyet gösteren sitesi hakkında bilgiler veriliyor. Adresi 'Baltalı İlah' anlamına gelen bu site çok aktifmiş. Zagor hakkında her türlü fikir teatisinin yapıldığı bir forum da varmış. Oraya yazarları ve çizerleri de yazı gönderip soruları cevaplandırıyormuş. Sitede o sene çıkacak olan maceraların listesi bizzat yazarlarca verilmekte ve birçok çizim de yer almaktaymış. Ne kadar güzel..
Daha önce yayınlanmamış metinler, resimlerin de olduğu önemli bir kaynak niteliğinde. Birinci sayıdan itibaren en beğenilenlerine oy verildiği ve sıralama yapıldığı bu site hakkında bilgileri okudukça mest oldum. İtalyan admin, biz Türk okurlarına mektup göndermiş. Övgü dolu satırları okumak harikaydı. 🙆♀️
Tübitak'ın çocuk kitaplarından evimde kaç tane var bilmiyorum. Gördükçe alıp stokluyorum. Çocuk olarak ben okuyorum şimdilik ama illa ki bir sahibi bulunur. 🙆♀️
Adrienne M. Frater imzalı Deniz Yolculuğu'nun, arka kapağında yazan şu satırlar beni okumaya çağırdı.
Gelin bir deniz araştırma gemisinin güvertesine. Denize açılmak üzereyiz. Siz de davetlisiniz.
(Deniz Yolculuğu, Arka Kapak)
Gerçek fotoğraflardan da yararlanılan, renkli ve kuşe kağıda basılan bu kitabı okumak hoşuma gitti.
Sıradaki kitabımız; 7 yaş ve üzerine önerilen 'Matematik Her Yerde' serisinden, Tarçın Nerede?
Carol & Amanda Felton tarafından yazılan, Page Eastburn O'Rourke'un çok tatlı ve rengarenk çizimleriyle dolu olan bu kitapta, zıpzıp zıplayıp yerinde duramayan bir tavşanı bulmaya çalışıyor kahramanlarımız. Ben okurken keyif aldım. Miniklere matematiği sevdiren bu serinin diğer hikâyelerini de şimdiden merak ediyorum. 🐇
Mine ve Mert tavşanlarının ortadan kaybolduğunu fark ettiler. Acaba onu bulabilecekler mi? Yoksa Tarçın onlardan hep bir zıp önde mi olacak?
Bu seri eğlenceli resim ve öyküleriyle çocukların okulda öğrendikleri matematik ile gündelik hayatları arasında ilişki kurmalarına yardımcı oluyor.
(Tarçın Nerede? / Arka Kapak)
Suzanne Slade ve Carol Schwatz tarafından yazılan Su Samurları Olmasaydı Ne Olurdu?'yu da çok beğendim. Yine Tübitak'tan çıkan bu seride dört kitap var. Keşke daha fazla olsaydı da okuyup okutabilseydik herkese.
Su Samurları'nın ekosistemdeki yerini, neyle beslendiğini, olmasaydı neler olurdu diye senaryoları, okyanus dünyasına sunduğu katkıları ve diğer canlıları öğrenmiş oluyoruz. Büyük boy, renkli çizimlerle süslü bu kaliteli baskı minikler tarafından sevilecektir. Okuma yazma bilmeyenlere de farklı hikâyeler uydurma imkanı veriyor resimler. Tavsiye ederim.
Son olarak Rachel Lynette imzalı olan, Nehir Besin Zincirleri'nden bahsetmek istiyorum. 12 yaş üzerine hitap eden Besin Zincirlerini Korumak serisi de güzel.
Öncelikle çok bilinen nehirleri ve burada yaşayan canlıları tanıtıyor. Ekosistemdeki bitki, hayvan ve bakterileri, onların ne işe yaradığını, zincirdeki kopmanın neye sebebiyet vereceğini anlatıyor. Birçok balık ve canlı türünü gerçek fotoğraflar sayesinde tanımamızı sağlıyor.
Aynı zamanda, nehirlerin korunması için neler yapılacağına dair fikirler veriyor. Çevre kirliliğinin nehirler üzerindeki etkisine değinerek bilinçli bireyler oluşturmayı hedefliyor. Bu seri bir kaynak niteliğinde bence. Tavsiye ediyorum. 👌
Eylül ayında okuduğum Sabahattin Ali'den Çakıcı'nın İlk Kurşunu ve Yaşar Kemal'den Çakırcalı Efe'yi burada daha önce kaleme almıştım. İyi ki bu postta bahsetmek zorunda kalmadım. Çok uzun olduğunun farkındayım ama tüm bunları anlatmasam eksik kalırdı bir şeyler.
Okuyan ve fikrini belirten arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. 💐
Siz neler okudunuz, neler tavsiye edersiniz? 🙆♀️
3059 kelime mi 🎉. Ellerine sağlık. en kısa zamanda detaylı inceliyorum 🌸
@tipu curate 10
birazcık abartmışım değil mi 🙆♀️
çok teşekkür ederim her daim desteğin için @damla 🌼 ve @trliste tabii ki 🌸
Upvoted 👌 (Mana: 0/49) Liquid rewards.
thanks @tipu 🌳
Seni o kadar çok kıskandım ki. Bir ayda bu kadar kitap okuyabilmek ne kadar şanslısın.. Enson bu kadar kitabı üniversitesite okumuştum.Bu ay ki listende bir çok kitabı listeme ekledim. Hatta ekran görüntüsü aldım. Ben bu ay sadece bir kitap okuyabildim.
Buna çok sevindim. Okumaya teşvik edebiliyor ve yeni kitaplarla tanıştırabiliyorsam ne mutlu bana 🤗
Ayrıca vakit ayırıp okuduğun için de teşekkür ederim. 🌼
Öncelikle kitap okuduğun için sen de çok şanslısın. Hayat koşturmacasının içinde çoğu insan 1 sayfa bile okuyamıyor.
Ama bunun sayısını artırmak istiyorsan ki ben de bu şekilde yaparak yavaş yavaş çoğalttım. Her gün 20 sf okunarak 200 sayfalık bir kitaptan ayda 3 tane okuyabildiğimi fark ettim.
Sonra 25-30-40 diye yavaş yavaş artırarak daha fazla kitaba ulaştım. Bu şekilde hem eğlenceli oluyor hem de yormuyor. Aralara çerezlik niyetine çocuk kitapları da alınca güzel oluyor.
Umarım sen de istediğin kitapları okuyabilirsin.🌟
Hergün belli sayfalar okuma fikrini çok beğendim. Bu hafta bu sistemi uygulayacağım. Çok teşekkür ederim.👍
rica ederim, beğenmene sevindim ve uygulayacak olmana da 🤗
Bir ay içinde bu kadar çok kitap okumak olağanüstü. Benim gibi uzun zamandır kitap okumayan biri için teşvik edici olacaktır kitaplarla ilgili yazıların. İskender Pala 10-15 yıl önce gerçekten çok popülerdi. Son yıllarda biraz geri planda kaldı.
Kitap okumaya teşvik edip yeni kitapları tanıtabilmek dileğimdi, çok teşekkür ederim bu güzel yorumun için. 🤗
ve vakit ayırıp okuduğun için de.
Umarım istediğin kitapları okuyabilirsin sen de 🌟
Bu takıntı hepimizde mi var acaba? Kitaplarımı yatay yerleştirmekten nefret ederim ama kitaplığıma sığmayanların bir kısmını mecburen dikey kitapların üstüne yerleştirdim. Geri kalanları da kapalı dolapların içinde dururken onlar bile canımı sıkıyor, sanki canlı birer varlıklar da ben üzerilerine kilit vurmuşum gibi. Son 2 aydır kitap okumaya ara vermiştim, geçen gün hastaneye sabah 8de gidip gece 11de dönünce bir kitap bitirdim beklerken. Okumasam da yanımda mutlaka bir kitap taşırım, ne zaman okuma isteğinin beni yakalayacağı belli olmaz. Şu an hem senin kitap incelemelerinle hem de uzun bir bekleyişle kitap okuma şevkim yeniden kamçılandı. Kitap okuma alışkanlığını takdir ediyorum ve postlarını okumayı çok seviyorum. Ödünç vermek konusuna gelecek olursak… Kitaplarımı ödünç vermek zorunda kalmaktan nefret ediyorum. Bu şekilde kaybettiğim ve de geri dönmeyen çok kitabım oldu. Kitabıma özen göstermeyip yıpranmış bir şekilde geri getiren de çok oldu. Düzgün bir şekilde geri iade edenlere lafım yok tabii ama mesela şimdi aylardır Hush Hush serisi bir arkadaşımın kızında ve kütüphanemdeki o boşluk yüzünden içim içimi yiyor. Yeniden düzenleme yapmam lazım, o kitaplar gelmeden onu bile yapmak istemiyorum. Biraz takıntılı bir durum ama içim o kitaplar dönene kadar rahat etmeyecek ve bence uzun da zaman oldu. İstemeye utanıyorum. 😂
Aynı düşünüyorum, hem yatay yerleştirmek hoş gelmiyor gözüme hem de kapalı yerde kalan kitaplar görünmediği için üzülüyormuş gibi hissediyorum.
kesinlikle 🙊
Ben de hayran oluyorum böyle her yere kitapla gidenlere ve fırsatını bulunca çıkarıp okuyanlara. 👌 🌸🌼🌻
Buna vesile olabildiğim için çok mutlu oldum 🎈
güzel sözlerin için, vakit ayırıp okuduğun ve bu güzel yorumun için çok teşekkür ederim 🤗
Bu konu bir takıntı değil bence. Kitaba özen göstermeyeler yüzünden aldığımız bir önlem sadece :)
Anlayabiliyorum seni 🙆♀️
Ben de istemeye utanıyorum ama umarım senin kitabın hasarsız bir şekilde gelir 🌟
Umarım. Bu ziyaretimde soracağım artık yüzsüzlük yapıp okuduysa ya da okumuyorsa alabilir miyim diye. 😃
Ben de okuduklarımı dik, okumadıklarımı yatay olarak yerleştiriyordum. Sonra okumadıklarımla okuduklarım birbirine karıştı. Sanırım düzenleyerek işin içinden çıkmak zor. Kitaplığı büyütmek gerek.
Bunu daha önce bi yerde okumuşum gibi anımsıyorum. Gerçekten çok büyük bir hizmet. :))
Çok keyifli bir yazıydı. Kitaplarınız da çok eğlenceli görünüyor. Bunca kitabı okumaya ömür nasıl yetecek bilmiyorum. :))
okuduklarımla okumadıklarımı ayrı yerleştirme işine hiç girmeyeyim zaten kitap boyutlarının aynı yayınevinden çıkmış olsa bile farklı farklı oluşu gıcık ediyor 🙊
bir de kitaplık son seviyesine geldiği için benim büyütme imkanım yok ama umarım seninki hayal ettiğin gibi olur 🌟
büyük bir hizmet olmalı ki müdavimleri epey fazlaymış :)
vakit ayırıp okuduğun ve beğendiğin için çok teşekkür ederim 🌼