Kaynak: http://www.isgci.net/
Her disiplinin ilgilendiği bir konu ve her sorunun çözümü için bir metot vardır. Bina yapmak istiyorsanız birkaç disiplinin yanı sıra ziyadesiyle mühendislik bilimine ihtiyaç duyarsınız. Mesele sağlık ise tıp bilimi işe el atacaktır. Konu hayvanlar ise zooloji üstelenecektir bu konuyu. Araştırma tek hücreli canlılar ile ilgili ise biyoloji devreye girer. Tarımsal faaliyetlerden bahsedeceksek yardımcımız ziraat olacaktır. Dağları, ovaları ve gölleri konuşacaksak şayet coğrafya kapıyı aralar hemen. Gündem yasa, mevzuat ve tüzük gibi konularsa sözü hukuk bilimine bırakmak gerekir. Yahut kimyasalların etkileşimiyse konu, fen bilimi imdadımıza yetişir. Peki, konu insansa? Bu insanın yemesi, içmesi, giyinmesi, dinlenmesi, gezmesi, sağlığı, refahı, ferahı, inanması, ilişkileri, çalışması, öğrenmesi, büyümesi, yetişmesi, eğitilmesi, sevmesi, kazanması, var olması, yaşaması, katılması ise? Bu konuyu (insanı) hangi bilim dalı üstlenir? Efendim neymiş: İş Sağlığı ve Güvenliği’nin bir kısmı sağlık, bir kısmı teknik (mühendislik), bir kısmı da hukukmuş. Kaynağı 6331 sayılı kanunmuş. Falanmış filanmış… Ta ki uzmanlık eğitimi veren kurs müfredatından başlıyor bu hezeyan, uzmanlık sınavlarının soru dağılımlarına kadar uzanıyor… Buna karar veren kim? Konuya böyle bakılmasını isteyen kişiler! Neden? Çünkü diğer pencerelerden manzara pekiyi görünmüyor. Bundan dolayı konu bu şekilde üç pencereye indirgenmiş durumda. Üç pencere dediğime bakmayın, üç pencerenin ikisi zaten işlevsel değil geriye kalan bir pencere var o da bütünden kopmuş ve dayanaksız bir vaziyette. Tıpkı deniz ortasında dalgaların bir sağa bir sola savurduğu başıboş bir kütük parçası gibi… İşlevsel olmayan iki pencereden ilki sağlık, ki işe girişlerde yapılan formalite muayenelerden ve sırf kanunda ismi yaşayan iş yeri hekimliğinden ibaret. Yine bu hekimliğin sorumlu olduğu meslek hastalığı diye bir kavramımız var fakat henüz pratikte yapılan hiçbir çalışma yok. İşe girerken doldurulan muayene formları yetip artıyor bile… İkinci pencere olan hukuk ise delinmekten süzgeç formuna dönüştü. Üstüne ne koysanız durmuyor… Kendi içinde bir sürü çelişkiler ile dolu… Kanun, iş güvenliği uzmanına bir yandan elinden gelenin en iyisini yap, hiçbir şeyi atlama, göz ardı etme, kaçırma derken aynı anda bir ay içinde 200 – 250 iş yerine bakabilme hakkı / yetkisi tanıyor. Gel de çık işin içinden. Adamın beynini yakar vesselam. Geriye kalan tek bir pencere var o da teknik diye adlandırılan mühendislik penceresi. Velev ki bu pencereden baktığınızda her şey olağanüstü görünüyor olsun fakat ne var ki tek başına bir anlam taşımıyor maalesef. Kaldı ki öyle olağanüstü görüntüyü falan bırakın bir kenara, iş güvenliği uzmanları çalışanlar ile iş yerlerinde saklambaç, kovalamaca, köşe kapmaca ve kör ebe nev’inden oyunlar oynuyorlar. Asgari teknik konulardan olan kişisel korunmaya yönelik koruyucu ekipmanların kullanımı ile ilgili uzun süren çetin pazarlıklar söz konusu. Hala tasarımda güvenlikten bahsedilmiyor ve iş planlamalarının içinde aksiyon ve maliyet anlamında güvenlik konusu yer almıyor. Onu da geçtim olası bir yangının önlenmesine yahut yangın anında müdahalede bulunmaya yardımcı olacak ekipmanlar gereksiz masraf telakki edilerek tahsis edilmiyor. En basitinden bir kaçak akım rölesi bile ihmal yahut kaçınma konusu olabiliyor ve hala insanlar patır patır yüksekten düşerek hayatını kaybediyor. Tabi bu pencere devlet tarafından çok somut, kolay ulaşılır ve delege edilebilir olduğundan dolayı tercih sebebi olması çok doğaldır. Böylelikle iş güvenliği konusu birilerine delege edilmiş oluyor ve devlet işin içinden çıkıyor. Bunun bir kanıtı da devletin iş güvenliği uygulamalarını kendi kurumlarından uzak tutması değil midir? Devlet kendi yaptığı kanunun etrafından dolanıyor. Kapıyı açıp içine girmek nasip olmadı henüz… Oysaki yasa 2012 yılında çıkarıldı. Görüntü çok net değil mi sizce de? Kaldı ki mevcut bakış açısı ve mevcut sistem üzerinden baktığımızda olması ile olmaması arasında zaten bir fark yok. Buradaki amacım girdi ve çıktılar ile politikaları ve uygulamaları analiz etmek. Peki, konu diğer pencerelerden bakılarak ele alınsaydı ne olurdu? Mesela sosyolojik bir pencere açsak, böyle bir durumda evvela bölgesel anlamda tehlike / risk algılarının analiz edilmesi, sosyal farkındalığın ölçülmesi, kitlesel davranışların incelenmesi, toplumsal tehdit unsurlarının bertaraf edilmesi gibi vs. konular ele alınacaktı. Ardından aile içi eğitimlerden başlayıp ilk, orta, lise ve üniversite öğrencileri dahil olmak üzere toplumun tüm katmanlarının eğitilmesi, bilinçlendirilmesi ve güvenlik alışkanlığı kazandırılarak pozitif güvenlik kültürünün oluşturulması gerekecekti. Tabi bunu yaparken kamusal alanların ve devlet kurumlarının tümü bu plana göre çoktan dizayn edilmiş olmalıydı. Bu bahsettiğim bir kanun çıkartıp, seminerler düzenleyerek ve kamu spotu reklamlarıyla öyle 3 – 5 yıl içinde olmuyor tabi… Ciddi bir inanmışlık, adanmışlık, bütünsellik, disiplin ve süreklilik gerektiriyor. Psikolojinin penceresinden bakalım desek, bu durumda kişinin ruh sağlığını ele almak gerekecek ki bu durumu sağlamak için birçok parametre devreye giriyor. Mesela kişinin ekonomik durumu, alım gücü, çalışma saatleri, ulaşımdaki rahatlığı, stres, terfi etme kriterleri, iş garantisi, gelecek kaygısı ve enflasyon gibi konular çalışanın direkt olarak ruhsal durumunu etkileyen parametrelerdir. Bu konularla da uğraşmak öyle kolay değil ve kısa sürelerde sonuçlar vermiyor. Konuyu ekonominin penceresinden ele alacak olursak iyileştirmeye asgari ücretten, alım gücünden istihdam sahalarının genişletilmesinden, üretime odaklanmaktan, nitelikli iş gücünden, vergilerden ve emeklilik yaşından başlamak gerekecekti. En son 2016 yılı Şubat ayı verilerine göre mahkemelere intikal etmiş 25 milyon icra dosyası var. Alım gücü çok zayıf, hemen hemen her evin en az bir bankaya borcu var, elektrik, doğalgaz, su, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar fahiş rakamlara satılıyor ve birçok aile açlık sınırının altında bir gelir ile yaşama tutunmaya çalışıyor. Türk-İş’in yaptığı 2017 yılı araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4 bin 913 TL, açlık sınırı ise bin 508 TL 35 kuruş olarak karşımıza çıkıyor. Çok önemli ve göz ardı edilen bir konu daha var ki o da “kimlik”. Her an parçalanan, değişen ve sürekli yeniden yapılanan kurumlarda/kuruluşlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir? İş güvenliği kültürünün inşasından bahsedilirken hiç kimsede demiyor ki böyle bir yapboz yapıya sahip ve değer erozyonuna uğramış bir iş dünyasında insanlar kendi kimliklerini bile oluşturamazken güvenlik kültürünü nasıl benimseyecek ve içselleştirecek diye… “İş Güvenliği Kültürü” kavramını kasıtlı olarak kullandım. Sebebi ise hali hazırda olan üst düzey devlet yöneticilerinden meslek içi çalışanlara kadar birçok kişinin tanımlamayı böyle yapıyor olması. Esasen literatürde böyle bir kavram yok. Yahut ben rastlamadım. Güvenlik konusuna ilişkin mevzu bahis olan kültür kavramının tanımlaması “İş Güvenliği Kültürü” şeklinde alanlara göre değil, “Safety Culture” (Güvenlik Kültürü) gibi genele yönelik yapılır. Nedeni ise güvenlik kültürünün bir bütün olduğu ile ilgilidir. Yani özel ve sosyal yaşamında pozitif güvenlik kültürüne sahip olmayan kişinin iş yerine geldiğinde damardan yoğun ve etkili bir kültür enjektesi yapılarak kültürlenmesini ve bambaşka bir insana dönüşmesini sağlamak mümkün olmadığından ötürü sanırım… Sözün özü biraz sorgulamak lazım diyorum…
Copying/Pasting full texts without adding anything original is frowned upon by the community.
Some tips to share content and add value:
Repeated copy/paste posts could be considered spam. Spam is discouraged by the community, and may result in action from the cheetah bot.
If you are actually the original author, please do reply to let us know!
Thank You!
More Info: Abuse Guide - 2017.
Sorun yaşamamak için resimleri aldıgınız kaynakları belirtmeniz gerekiyor.
Bu mesajı görünce yazınızı editleyebilirsiniz.
örneğin;
source image
bu şekilde yayınlayabilirsiniz.
![image](istedğiniz resim linki)
[source image](alıntı yaptığınız kaynak linki)
Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
http://www.isgci.net/is-guvenligi-bilmecesi/