Robot beni incitmemeye çalışarak yere indirdi ve başımdaki maskeyi çıkardı. Üçgen biçimli gözlerini üzerime dikmiş merakla beni izliyordu. Artık ilk şoku üzerimden atmıştım, apar topar ayağa kalkıp “Ne bakıyorsun, hiç mi insan görmedin” diye sordum. Yüzündeki merak ifadesine şimdi bir parça tiksinti eklenmişti, kendisini benden üstün gördüğünü düşünerek sinirlendim. Tam ağzının payını verecektim ki arkasını dönüp kırmızı bir ışığın aydınlattığı odayı terk etti. Dönüp arkama baktığımda baş mühendisimiz Oliver’ın da benimle birlikte olduğunu fark ettim. Kumsalda güneşleniyormuş gibi sırt üstü uzanmıştı ve hiç hareket etmiyordu. Yanında diz çöküp nabzını kontrol ettim, kalbinin attığından emin olduktan sonra omuzlarından tutarak onu sarstım. Gözkapakları aralandı ve beni baygın bakışlarla süzmeye başladı.
“İyi misin?” diye sordum.
“Galiba tansiyonum düşmüş” dedi.
İçinde bulunduğumuz dar oda galiba hareket ediyordu. Oliver’ın yattığı yerden kalkmasına yardımcı oldum ve odamız birden hızlandığı için yere yuvarlandık. Yere düştüğüm sırada zemin döşemesinin tombul bir kadının kaba etleri gibi yumuşak olduğunu fark ettim, yere çarptığım sırada canım yanmamıştı. Bulunduğumuz oda galiba uzay gemisinin dışına çıkmıştı zira duvardaki tek pencereden yıldızlar görünüyordu. Yeniden ayağa kalkmaya cesaret edemediğimiz için oturur vaziyete geçmiş ve içinde bulunduğumuz mekânı incelemeye başlamıştık. Oliver oval biçimli odanın ucundaki kapıyı işaret etti. Jimnastik minderleri üzerinde yürüyen çocuklar gibi hoplaya zıplaya kapının önüne geldik. Kapı kayarak açıldı ve diğer odaya geçtik. Bir uzay mekiğinin içinde olduğumuz anlaşılıyordu, mor bir ışıkla aydınlatılmış bu yeni mekânın geniş pencerelerinden uzay boşluğunu tüm ihtişamıyla görebiliyorduk.
Şaşkın tavuklar gibi sağa sola bakınırken “Derhal koltuklarınıza oturun” anonsunu duyduk. Bizi kaçıranların İngilizce bildiği anlaşılıyordu, anons Türkçe yapılsa daha iyi olurdu gerçi ama o anda kültür emperyalizmi tartışmasına girmeyi uygun bulmadım. Uzay mekiğinin mürettebata ihtiyaç duymadığı anlaşılıyordu, odanın hiçbir yerinde ne uçuşa müdahale edebileceğimiz düğmeler ne de bir gösterge paneli vardı. Koltuklarımıza oturup tevekkülle başımıza gelecekleri beklemeye koyulduk. Koltuklardan çıkan emniyet kemerleri bizi sıkıca sarmaladı ve peynir tenekesi boyutundaki bir robot kokpitin gizli bir köşesinden çıkıp yanımıza geldi.
Robota “Bizi neden kaçırdınız, kimsiniz, amacınız nedir?” diye sordum.
Robot yankılı sesiyle “Ben sadece basit bir hizmetkarım” yanıtını verdi.
“Efendilerinden bu zorbalığın hesabını soracağım. Bize bulaşmakla büyük bir hata yaptınız” dedim.
Robot bana cevap vermek yerine kokpitin köşesindeki kutunun içine girdi ve iki elinde küp biçimli iki bardakla geri döndü. İçinde suya benzeyen renksiz bir sıvı olan bardakları yerden otomatik olarak yükselen sehpaların üzerine bıraktı.
Üzerimizde sapıkça deneyler uygulamalarından korktuğum için yanımıza bıraktıkları sudan önce küçük bir yudum aldım. Tadı biraz buruk olsa da düpedüz suydu. Bardağı heyecan ve telaştan kurumuş dudaklarıma götürdüm ve içindeki suyu kana kana içtim. Rahat koltuğa kurulup susuzluğumu giderince umulmadık bir biçimde canlanmıştım. Robota “Bize oradan yiyecek bir şeyler de getir” diye buyurdum, başımı arkaya yaslanıp mekiğin motorlarının uğultusunu dinlemeye başladım. Bu sırada odanın havasına belli belirsiz bir leylak kokusu karışmış olduğunu fark ettim. Bizi kaçıranlar kötü niyetli varlıklar olmayabilirlerdi. Hatta kozmosun kardeşliği adına bize “tovariş” bile diyebilirlerdi. Gözlerimi kapayıp yarı uyuşmuş bir halde bedenimi dinlemeye başladım. Kalbim ne de tatlı bir uyumla çarpıyordu, damarlarımda akan kanı bile hissedebiliyordum. Varlığım erimiş, evrenle bütünleşmiş gibiydi, yüreğim şefkatle dolmuştu.
Oliver’a dönüp “Sen çok kral bir adamsın” dedim, kemerlerimi nasıl çözeceğimi bilsem kalkıp ayva tüyleriyle kaplı kel kafasını öpebilirdim.
Benden daha önce tek bir olumlu söz duymamış olan Oliver çok şaşırmıştı, yarım ağızla “Sen de öylesin” dedi.
“Ya bırak, senin tırnağın bile olamam ben. Arızanın önde gideniyim.”
“İçtiğin suyun içinde bir şey vardı herhalde.”
“Hiç derdim değil biliyor musun? Ortamımız çok güzel oldu şu anda. İsterlerse cehennemin dibine götürsünler.”
“Bir bildikleri vardır. Yoksa o kadar büyük bir gemiyi seferber etmezlerdi” dedi Oliver. Şu adamdaki pozitif enerjinin, olgunluğun, görev aşkının yarısı bende olsa ne olurdu? Kısa boylu, sarışın ve aşırı kıllı bir insan olan Oliver oyuncak ayılar gibi yumoş ve tatlı bir insandı. İçinde Türkçe’nin de bulunduğu altı dil biliyordu ve usta bir mühendisti.
Congratulations @bilimkurgu! You have completed the following achievement on the Steem blockchain and have been rewarded with new badge(s) :
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
If you no longer want to receive notifications, reply to this comment with the word
STOP
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!
kahramanımızın cesaretine hayran kaldım doğrusu.:)
Bu işin sonu nereye varacak iyice merak etmeye başladım..
Posted using Partiko Android
Kahramanımız çılgın bir tip :)
Congratulations @bilimkurgu!
Your post was mentioned in the Steem Hit Parade in the following category:
kahramanımızın içtiği sudan içmek istedim, ne kattılar acaba:p
eğlenceli gidiyor gayet:)