Ekonomik Milliyetçilik, Devletçilik

in #tr6 years ago

1929 Büyük Ekonomik Krizi , tüm dünyada etkisini gösterirken, genç Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda hedeflenen sermaye birikimi ve sınıfını oluşturamamıştır.

IMG_2720.PNG

Büyük Buhran

İzmir İktisat Kongresi özelinde genel ekonomik anlayıştan geçen yazıda biraz bahsetmiştik, hatırlarsanız..

Atatürk, Türk devleti ve milletinin geleceğini ekonomik milliyetçilik temelinde kurgulamanın, ekonomik bağımsızlığa ve çağdaş ekonominin kapsadığı topluma ulaşma yolunda tek çare olduğunu savunur.

Ekonomik milliyetçilik kavramı, 18.yy'dan itibaren tartışılmaya başlanmış, 19.yy'dan itibaren, Japon ve Alman bürokrasileri tarafından başarıyla uygulanmış bir sistemdir.

Sosyalizm veya faşizmle ilgisi olmadığı gibi, özel teşebbüsü ortadan kaldıran kolektivist bir yapıda da değildir.

Özel teşebbüs varlığı istenir, teşvik edilir, ancak milli sermayeyi israf etmemesi ve söz konusu devletin büyük stratejisindeki milli çıkarlarıyla uyumlu yürümesi istenir.

Ülke kaynaklarını millet faydasına kullanabilmek için devlet teşebbüsleri ile planlamak, gerekli alanlarda devlet eliyle uygulamak, özel teşebbüs yatırımlarına da yer açmak hedefindedir.

İmparatorluklar açısından geçerli olan, yerel bazda siyasi bölünmüşlük, farklı kültürel arka planlara sahip olma ve ekonomide yerel odakların idaresi gibi konular, ulus devletler için geçerli değilidir.

Dünya ekonomik sistemi içinde, bireylerin tamamen özgür bırakılması ve devletin bir güç merkezi olarak etkin olmadığı liberal ekonomik sistemlerde var olan güçlü sanayi alt yapısı ve buna uygun toplumsal gelişim karşısında, kapitalist yarışmaya sonradan katılanlar yapıları gereği zayıf kalır.

List ve Hamilton gibi aydınlarla teorik zemine oturtulan ekonomik milliyetçilik, yerli üreticinin korunması için gümrük tarifelerinin ayarlanmasından, sanayide korumacılğa kadar kamu yararına devlet müdahalelerini önerir.

Ticarette serbestliğe karşı olmadıkları gibi, devletlerarası ekonomik ilişkilerde yapısal eşitsizliklerin zayıf ülke aleyhine olacağını savunurlar.

Teknik ve toplumsal olarak sanayi alt yapısında olmayan ülkeler, kendilerini koruyacak bir ekonomik yapıda olmazlarsa, daha güçlü olanların ekonomik baskısı altına girecekler, önce ekonomik sonra siyasi bağımsızlıklarını yitireceklerdir.

Kurucu felsefe, büyük zorluklarla kazanılan siyasi bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlık olmadan geçerli olamayacağını düşündüğü için, devletçilik ilkesi ışığında, eldeki imkânlar ölçüsünde yabancı denetiminden bağımsız bir ekonomik yapı ve buna uyumlu bir toplumsal yapı kurgulamıştır.

Yakın geçmiş örneklerine bakarsak;

1838 Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması
1839 Tanzimat Fermanı,
1854 Dış borçlanma süreci
1856 Islahat Fermanı
1875 Moratoryumu
1888 Muharrem Kararnamesi
1908 İkinci Meşrutiyet

Bütün bu başlıklar altında incelenecek tarihsel süreç, Kemalist ekonomik politikaların temel yaklaşımını doğrular niteliktedir.

Kurucu felsefe, çağdaş uygarlık düzeyi derken, batılılar gibi giyinip kuşanmayı, batının ürettiklerini kullanmayı, Türkçe içine batılı kelimeler katmayı değil, hayatın her alanını bilimsel yaklaşımla çözümleyen, yenilenen teknolojik ve felsefik yaklaşımları sorgulayan, hedeflerini güncellemekten çekinmeyen, dogmatik değil diyalektik bir yaklaşımı savunur.

B. Lewis, Türk ekonomik devletçiliğini şöyle tanımlar:

"Devletçilik, özel girişimciliğin ve özel sermayenin işe yarar bir şey yapamayacak kadar zayıf olduğu bir ülkede, devletin milli kalkınma ve milli savunma temel gayesiyle sınai faaliyette bir öncü, bir yönetici olarak öne çıkması durumudur."

1929-1938 dönemi için, sadece dış ticaret dengesine dâhi bakıldığında, uygulanan ekonomik politikaların sonuçları rahatlıkla görülebilir.

IMG_2722.PNG

tablo

Detaylı bir karşılaştırma için değerli bir kaynak önerisi için

İlgili kaynakta görülebilecek tabloların okuması yapılırken, devletçiliğin 1930'lar ile 1940'lı yıllardaki uygulama farklarının da bilinmesi gerekir.

Diğer taraftan, cumhuriyet hükümetleri bağlamında, bütün tarihsel süreç boyunca siyasi problemlerimizin alt yapısında yer alan asıl etkenin ekonomik seçimlerimiz olduğu da rahatlıkla izlenebilir.

Devletçilik ve milli ekonomi sayesinde; dış borçlanmaya odaklanmadan, kredi kaynaklarına herhangi bir ayrıcalık tanımamak şartıyla, oldukça az miktardaki dış kredi ile kalkınma sağlanabilmiştir:

Rusya ve İsveç'ten alınan 17 milyon civarı toplam krediler, devletin kamu sektöründe yaptığı 500 milyonluk yatırım yanında oldukça düşük kalır.

Milli gelirin yaklaşık %10 kadarının yatırıma döndürülebilmesi mümkün olmuş, gereken finansman enflasyon oluşmadan sağlanabilmiştir.

Gereken finansman, vergi gelirleri, devlet işletmelerinin kâr rezervleri, ticaret fazlalıkları, devlet bankalarının işlemleri ve iç borçlanma yoluyla sağlanmıştır.

Toplumsal yapıyı, vasıfsız tarım işçiliğinden sanayi üreticisi olmaya taşımış, fikir ve sanat hayatında canlanma başlamıştır.

Türk parasının değeri artmış, 1934 yılında 1 Amerikan Doları, 1,26 TL değerine getirilmiştir.

Bütün bunları neden yazdığıma gelince:

Devlet küçülmeli, devlet ekonomide olmamalı, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler korosu yeniden görev başında...

Hem de tüm güçleriyle...

Yazıda değinmeye çalıştığım bütün bu gerçeklere rağmen, ısrarla bizi diplere çeken aynı masalları okumaya devam ediyorlar...

Devletin sahip olduğu işletmeler eliyle yaratılan işgücü potansiyelini, artı değeri, topluma kattığı kültürel değerleri görmezden geliyorlar...

İlgili kamu kurumların, bazı işini bilenlerce, içlerinin nasıl boşaltıldıklarını ise bilmezden gelip, rahat rahat ahkâm kesiyorlar...

Gerçekten yerli ve milli olmanın anlamını konuşmuyorlar, karşı çkanlar, muhalefet olarak görünenler de karşı olduklarıyla aynı programları savunduklarının görmezden gelinmesini istiyorlar...

Gelecek kurgularında bağımsızlığın adını dâhi anmadan, tam sömürge düzenini tek seçenek olarak sunup, para kazanmanın tek yolu budur diyorlar...

Tekrar tekrar aynı masalları anlatıyorlar...

En kötüsü de bu masallara inandırıyorlar herkesi!

İtirazım var!

Devletçilik denilince akıllarda yaratılan köhne bürokratik sisteme!

Ülke kaynaklarının, liberalizm adı altında, belirli bir kesimin zenginliği için kullanılmasına!

Ülke kaynaklarının yabancılar yararına uygun tasarlanmasına!

Millete ait olanın elinden çarpılıp alınmasına!

Milletin emek gücünün köle zihniyetiyle çalınmasına!

Milletin, yaratılan başıbozuk neo-liberal sistemin korkunç sonuçlarıyla aşağılanmasına!

Kurucu felsefenin temellerinden uzaklaşılmasına!

Hepsine ve daha fazlasına...

Son olarak, tekrarcılardan bir türlü kopamayan sevgili milletime...

İtirazım var...

Kaynaklar ve detaylı bilgi için okuma önerisi:

Türkiye İktisat Tarihi, K. Boratav
Türkiye Ekonomisi, R. Kurtoğlu
Hangi Atatürk?, A. İlhan
Türk Düşününde Batı Sorunu, N. Berkes

Sort:  

Tarihimizi anlatan güzel bir paylaşım olmuş. Gazi Mustafa Kemalin kurmuş olduğu Türk tarih kurumu günümüzde maalesef hak ettiği karşılığı görememekte. Bahsi geçen yıllarda yurdumuz yurtta sulh cihanda sulh politikası izlemiş ve kötü durumda olan ekonomimizi bağımsız yapma doğrultusunda 1. ve 2. kalkınma planları gerçekleştirilmiştir. Yalnızca 1. kalkınma planının uygulanabilmesine rağmen günümüze kadar ulaşmış büyük fabrikaların olduğunu görüyoruz. Bu millet yine aynı ruh ile tekalif i milliye kararlarına da uyar canını kanını da ay yıldız için seve seve verir. Yalnız sadece bir konuya parantez açmak istiyorum bu bahsi geçen fedakarlıkları tarihini ve taşıdığı kanın asilliğinden haberdar olanlar yapabilirler ancak. O yüzden tekrardan teşekkür ediyorum paylaşım için. Üreten ve ihraç eden bir toplum olabilmemiz dileğimle

Gerekeni gerektiği zaman yapmaktan çekinmeyenlerin evlatlarıyız biz, azdan çok, çoktan azız...
Değerli katkınız için çok teşekkür ediyorum...
Selam ve sevgilerimle

Aynı fikirdeyim de...

Heyhat! Niteliksiz çoğunluğun umurunda bile değil...

Akıl ve bilimden kaçıp, karanlığa doğru hızlıca koşuyoruz... Hangi birini yazalım, dillendirelim? Toplumsal yozlaşma, kültürel yozlaşma, ahlaksal yozlaşma tam gaz...

Ayaklar baş, başlar ayak oldu...

Ekonomik bağımsızlık yok, bu durumda bağımsızlık da yok!

Kalkınma, kişilerin kalkınması boyutunda kaldığından fazlasını beklemek saflık olur...

Kıymetli arkadaşım cinelonga,
Çok iyi anlıyorum hissetiklerinizi, niteliksiz çoğunluğun umurunda değil olanlar ve olmaz da zaten...olmak zorunda da değil belki..

Benim derdim, nitelikli olduğunu iddia eden çoğunluk...
Ekranlarda, gazetelerde ya da sosyal medyada bu çoğunluğu temsil ettiğini iddia eden uzmanlar, aydınlar, akademisyenler, pek kahraman gazetecilerin etkisinde kalıp, yahu bir dakika demeden söylenenleri ezbere kabul eden grup!

Belirli bir dünya görüşü olan, en az bir yabancı dil bilen, dış kaynakları tarama imkanı, bir algılama kapasitesi olan, kendi hayatlarındaki ufak detaylar için kılı kırk yaracak araştırma potansiyeline sahipken ülke meselelerinde kendi aklını bir türlü kullanmak istemeyen o grup...
Tekrarcıların isimlerine, karizmalarına, bol keseden süslü vaatlerine kolayca kananlar hani..
Suçlu aramıyorum ama kimdir bu durumun en büyük sorumlusu derseniz; doğruyu bildiği halde söylemeyenler derim..
Karşıymış gibi davranıp başkalarının değirmenlerine su taşıyanlar...
Bir gün olsun ülkeleri için iyisini yapmaktan geri duranlar, ellerinde imkanları varken hem de..
Tarihi çok seviyorum biliyorsunuz, bizimle ilgili öğrendiğim en önemli bilgi nedir biliyor musunuz?
Asla ama asla karamsarlığa kapılmak yok, biz bundan çok daha zor günlerden başımız dik çıkabildik, yine çıkarız.
Üstümüzdeki ölü toprağını bir atabilsek, bir tek ve yalnızca kendimize birbirimize güvenebilsek yeter..
Vakit ayırıp katkı yaptığınız için çok teşekkür ederim,
Selam ve sevgilerimle

Kendi doğrusunu bilip söyleyenlerin, doğru bildiklerini yazanların başlarına neler geliyor görüyoruz...

Kimileri kalemşörlük yapıyor (yabancı fonlar tarafından para ile beslenen)...

Doğruyu bildiği halde söyleyenler yoksa, olsa ne olacak, karşılığı yok ki...

Çoğunluk için birşey ifade etmeyecek...

Asıl sorun başka diyorum ben...

Doğruyu söyleyenler için fark edecek ama :)

Sizi anlıyorum ben, burada detaylandırmak zor, zor konular seçiyorum sanırım, bir açık oturum özelliği gerek platforma :)
Eleştiriye tahammülü olmayan güzel ülkemizde bir hayal belki ama güzel bir hayal..

Konular zor değil, sizin açınızdan derleyip toplaması elbette zahmetli...

Bu sıkıntılı konuların çözümü çok güç geliyor bana...

Açık oturum özelliği olmasın böyle iyi :)

Çözümü kolay aslında, aynı fasit daireler çevresinde dönmeyi bırakabilirsek devamı çorap söküğü gibi gelecek..
Sonuçları tartışıyoruz, sebepleri asla..
Kimin neyi savunduğunun belli olmadığı bir dönemdeyiz diğer taraftan..
Zamanın ruhunun dikte ettirdiğini görebilmek için biraz sabır...
Güzel sohbet için çok teşekkür ederim,
Selam ve sevgilerimle