Yine her yaz olduğu gibi Hırçın Karadeniz'in sakin bir sahil kasabasında aldım soluğu. Birbiri ardına takip eden güzel günlerimi bitirmenin vermiş olduğu burukluk ile Demir atın heybesinden olta takımını çıkartıp, dört iğneye birer yem takıp, eski balıkçılardan öğrendiğim gibi “rastgele"diye mırıldanarak attım oltamı dalgaların arasına. Neden balık tutmak istediğini bilmiyordum. Karnım toktu. Ve yanıma yeteri kadar bira almıştım. Buna rağmen yine de beklemeye koyuldum. Cebimden sigaramı ve çakmağımı çıkarttım. Rüzgara karşı verdiğim uzun bir mücadele ardından sigaramı ateşleyebildim.
Sahil şeridine göz gezdirdim. En yakınımdaki insan ile aramda 150 metre kadar vardı. "Buranın bu halini seviyorum"diye geçirdim içimden "Et Pazarı değil de gerçekten bir tatil cenneti gibi olmasını.”
“Her şey dahil" sistemli otellere inat yiyip, içebileceğimden belki de daha azına sahip olabildiğim için çıkartabiliyordum eşsiz manzaranın ve esintinin keyfini. Sonra sahil şeridinde denizden bir şeyler çıkartan birini gördüm. Suyun içerisine girip dalgaların arasından bir şeyler çıkartıp kıyıya taşıyordu. Bir süre izledikten sonra ne yaptığını anlamak ve daha dikkatli görebilmek için ayağa kalktığımda oltanın titrediğini fark ettim. Az ileride ne yaptığını Anlamadığım adamı unutup makarayı hızlıca sarmaya başladım. O sırada balık tutmanın verdiği heyecanı tekrar hissedip neden balık tutmak istediğimi hatırladım.
Sabırsız bir çocuk gibi sardığım makaranın kıyıya yaklaşması ile oltanın ucuna takılan minik Balığı fark ettim. O kadar küçüktü ki olta ucunda duran yeme değil de geçerken yanlışlıkla solungacından takılmıştı kancaya. Küçük Balığı çıkartıp ait olduğu yere doğru bırakırken "Büyü de gel"diye kulağına fısıldadım. Oltadaki yemleri kontrol edip bir defa daha attım. Tam o sırada tanıştım işte Lodosçu ile. Ben oltayı attığım da yanımdan geçerken "Rastgelsin"diye seslendi.
"Eyvallah"diye cevap verdim.
"Var mı bir şeyler ?"diye sordu merakla.
"Çok ufak istavrit var.Saldım onu da" diye cevap verirken yanında ki eşyalara baktım.
Adeta peşinden tüm dünyanın yükünü pisliğini sürüklüyor gibiydi.
"Sen ne topluyorsun?"diye sordum.
Arkasındakileri göstererek "Lodosçuyum ben"dedi. Anlamsız gözlerle bakınca da bana açıklama gereği duydu.
"Bazen deniz bir şeyler getirir. Kimi zaman ağaç kütükleri, kimi zaman ilerideki gemilerin attıkları. İçlerinden kullanabileceklerimizi seçer düzeltir kullanırız. Lodosçu derler bize."dedi.
"Bir nevi denizleri temizliyorsunuz yani?"diye sordum.
"Sayılır. İşimize yaramayanları çöpe atarız. Yarayanları da kullanınca deniz bi nebze temizlenmiş olur. Ama zor be abi. Bu kadar insan, insandan fazla pislik. Ne Lodosçular yeter bunları temizlemeye ne de denizin dalgası."diye iç geçirdi.
Cebimden iki sigara çıkarttım birini yaktım birini ona uzattım. Gülümseyerek reddetti."Denizin getirmediği benim işime yaramaz abi. Rast gelsin sana"dedi.
Yavaş yavaş tüm denizleri, tüm insanlığı ve tüm gelecek nesilleri kurtarmak için uzaklaştı. Ve o gözden kaybolana kadar tüm sahili temizlemiş gibiydi.
Keşke herkes bu kadar duyarlı olabilse😔