Vakti zamanında İstanbul´da bir şeyh varmış. şeyh hazretleri günlerden bir gün müritlerinden birini yanına çağırmış:
-Bak oğlum burada iki halı var. Bu halıları al Bağdat´ta bizim şeyh Kasım'a ver.
İstanbul nere Bağdat nere?
Tren yok, otobüs yok, kamyon yok, fakir müridin altında at yok, eşek yok, cebinde de para yok.
Düşmüş yayan yapalak yollara.
Git ha git.
Bağdat yolu bu biter mi?
Üstte yok başta yok, aç bi ilaç Adana´ya kadar gelmiş. Orada pes etmiş.
Sıcaktan bir kenara kıvrılıp başlamış düşünmeye. Yolu yarılamış ama bundan sonra ne olacak? Birden yüreğine bir şeytan girmiş.
-Ulan şu halıların birini satsan ne olur? Bağdat´taki şeyh ne bilecek kendisine iki tane halı gönderildiğini? Bizim şeyhi ne zaman görecek? Halının birini satar, birini de kendisine veririm olur biter. O zamana kadar kim öle kim kala?
Olur mu olur.
Kaptığı gibi halıları koşmuş Adana çarşısına, üç aşağı beş yukarı pazarlık, satmış halının birini koymuş paraları cebine, bir güzel karnını doyurmuş, geceyi handa geçirmiş ertesi gün de bir at alıp yola çıkmış.
Bağdat´a varmış, şeyh Kasım´ı sormuş, tekkeyi göstermişler, kapıyı çalıp huzura varmış, el etek öpüp halıyı uzatmış:
-Ya şeyh hazretleri bu halıyı size İstanbul´dan şeyhim Abdulmuttalip hazretleri gönderdi.
şeyh Kasım halıyı almış yere sermiş, pek beğenmiş. "Zahmet oldu demiş, şeyhe bir teşekkür edeyim"
Dönmüş yanındaki dolabın kapısının açmış seslenmiş:
-Ya şeyh Abdulmuttalip, ya şeyh Abdulmuttalip.
Mürit şaşkın şaşkın bakarken dolaptan ses gelmiş:
-Buyur şeyh Kasım hazretleri.
Aaaa İstanbul´daki şeyhin sesi.
şeyhim lütfedip bir halı göndermişsiniz, çok teşekkür ederim. Allah senden razı olsun !
Dolaptan ses gelmiş ben o kerataya iki tane halı vermiştim, sor bakalım öbürünü ne yapmış?
Bunu duyar duymaz zavallı mürit ok gibi yerinden fırlamış, dolaba koşup bağırmış:
-Ulan madem birbirinize bu kadar yakınsınız, konuşuyorsunuz da, beni ne diye buralara kadar yolladın?
Biriniz uzatıp biriniz alsaydınız ya"
You are viewing a single comment's thread from: