Yok mı bana bir iş ?

in #tr8 years ago (edited)

Bundan 20-30 yıl kadar önce, güzel Anadolu’muzun Bursa ilinde bir kız çocuğu dünyaya gelir. Anne babasının çok istediği fakat geç kavuştuğu kız evladı.

Kız bebek öyle güzeldi ki, anne ve babası ancak meleklerin bu kadar güzel olabileceğini düşündüler ve güzel kızlarına Melek ismini verdiler. Melek, anne babasının göz bebeğiydi, başka kardeşi olmadı, o yüzden ailesi O’nu hem erkek, hem kız gibi yetiştirdi. Melek akıllı, başarılı, çalışkan ve yürekli, her işin hakkından gelebilen bir kızdı. Anne ve babası Melek için her şeyin en iyisini düşünüyorlardı. Çok ileri yaşta çocuk sahibi oldukları için Meleğin hayatta yalnız kalmasından korkuyorlardı, bu yüzden Meleğin okuyup meslek sahibi olması gerekiyordu. Böyle de oldu, güzel kızı okutup yetiştirdiler ve bir meslek sahibi olduğunu gördüler. Çok yaşlanmışlardı. Melek Sivas’ın köylerinden birine öğretmen olarak atanmıştı. 2 yıl mecburi görevi vardı. Anne hastaydı, baba ise yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlı. Melek ise bu görevi icra etmenin heyecanı içinde idi. Fakat ailesinden ayrı kalacaktı, aklı hep onlardaydı. “Sayılı gün çabuk geçer, arada tatiller var, onları görmeye gelirim, mektup yazarım,” diye kendini teselli etti. Anne ve babasının ısrarlarıyla Sivas’ a gitmeye karar verdi.

Anne ve babası çok mutluydular, kızlarına güveniyorlar onunla gurur duyuyorlardı, geriye bir tek arzuları kaldı ki o da güzel yavrularının mutlu bir yuva kurduğunu görebilmek.

Melek öğretmen görevini icra etmek için Sivas’a doğru yola çıktı. Öğretmen olmayı çok istediği için, bu emelinin gerçekleşmesiyle mutluydu fakat biricik anne ve babasını bırakıp gitmek O’na acı veriyordu bu yüzden üzgün ve karışık duygular içindeydi.

Sivas’a geldikten sonra ancak birkaç arabayla gideceği köye ulaşabilmişti. Yolu çok engebeli, dağların arasında, küçük sevimli bir köydü. Geldiğini bildirmek için önce okulunu buldu. Okul çok küçüktü. Aynı sınıfta hem1. Sınıflar hem de 2. Sınıfların eğitimi yapılmaktaydı. Eğitimde zordu, oradaki yaşam da. Okula başvurusunu yaptıktan sonra, sıra gelmişti kalacak bir yer bakmaya. Okul yakınlarında bir tek lojman vardı orada da okulun müdürü kalıyordu.

Üstelik ona yardımcı olan, yol gösteren kimse de yoktu. Köy meydanına doğru indi ve orada ahşap, çok eski görünümlü, 2 katlı bir ev vardı. Önce etraftakilere “Buralarda kiralık ev var mı?” diye sordu. İnsanlar burada boş ev bulunmaz. Sadece şu ahşap ev var. Orada da 10 senedir kimse oturmuyor. “Ev hakkında pek iyi şeyler söylenmiyor, tavsiye etmeyiz hiç buraya bakma, sağ giren ölü çıkıyor, bu yüzden de kimse burada durmaz.” Derler.

Kendi kendine düşünür;

“Herhalde köyde yabancı istemiyorlar, bu yüzden böyle söylüyorlar”

“Burada başka evde yok bu evi tutmalıyım ”der.

“Ben buraya öğretmen olarak geldim ve burada kalacak yere ihtiyacım var” diye köylülerden rica eder.

Köylüler Melek öğretmeni muhtarla görüştürürler.

Muhtar;

“Köyde boş ev yok, sadece bu ahşap ev var. Orası da 10 senedir boş, sahibi vefat etti. Kimi kimsesi olmadığı için ev öyle kaldı. İki kere kiraya verdik, köye katkı olsun diye, iki kiracının da girdiğinden 2 gün sonra ölüsünü bulduk o yüzden kiraya da vermiyoruz” der.

“Melek öğretmen bana verin bir şey olmaz üstünden 10 yıl geçmiş der”. Ne yapar ne eder, muhtarı ikna eder. Muhtar evi verir vermesine de çok endişelenir. “Melek öğretmene her sabah gelip sana bakmak şartıyla veririm der.”

Ve Melek öğretmen evi kiralar. Anlatılanlara pek inanmaz köylerinde yabancı istemediklerinden korkutup uzaklaştırmak için söylediklerini düşünür.

Hemen bakkaldan temizlik malzemesi alır. Muhtar da önce Melek öğretmenin karnını doyurur sonra da yatacak yatak, yorgan, kap kacak yardımında bulunur. Melek Öğretmen acele acele eve gider, çok heyecanlıdır. Hemen temizliğe başlamak ister.

Ev uzun zamandır kullanılmadığı için her yer toz ve örümcek ağlarıyla kaplıydı.

Melek öğretmen;

“Temizlense, bir de badana boya yapılsa, aslında ev çok güzel, büyük bir köşk, kocaman da avlusu var,” der kendi kendine.

Üstünü değişir tam işlere başlamak üzereyken kapı yavaşça açılır ve içeri garip bir şey girer. Kısa boylu, yemyeşil, maymuna benzeyen, ama maymun değil, zıplayarak yürüyen aynı zamanda ellerini birbirine vuran, pörtlek ve kırmızı gözlü, kepçe kulaklı, boynuzları kafasına yapışık olan garip bir şey. Melek öğretmen şaşkın ve endişelidir. Ömründe böyle bir şey görmemiştir ve muhtarın anlattıkları aklına gelir. Geriye doğru yürür. O varlık ayakları üstünde zıplayarak, ellerini birbirine vurur ve “Yok mu bana bir iş, yok mu bana bir iş,” diye söylenerek kızın üstüne yürümeye başlar ve tam ellerini güzel kızın boğazına geçirecekken Melek öğretmen “var”. Der. “Sana yapacak iş çok” der.

Melek öğretmen çok korkmuştur. Hemen kendini toparlar ve aklını kullanır.

“Hemen evi temizle, tozları al, örümcek ağlarını temizle, sonra da badana yap” der.

O ilginç varlık şaşkınlıkla durur. Karşısına çıktığı kimse böyle davranmadığı için onları öldürmüştür ve hızla Melek öğretmenin dediklerini yapmaya başlar. Melek öğretmen çok korkmuştur. Heyecanla o şeyi izlemektedir. Olduğu yerde kalakalmıştır.

2 saat içinde her yer pırıl pırıl olmuştur. Yaratık Melek öğretmenin söylediği işleri bitirmiş ve tekrar zıplayarak “yok mu? bana bir iş” demeye başlamıştır. Melek öğretmen bunu tahmin ettiğinden işleri sırasıyla ona söylemiş sabaha kadar onu oyalamıştır. Sabah ezanlarından sonra yaratık yine işleri bitirmiş, başlamış zıplamaya ve “yok mu bana bir iş” diye söylenmeye. Hiç yorulmuyormuş. Sürekli hareket halindeymiş.

Melek öğretmen bütün gece, sabaha kadar ondan nasıl kurtulacağını düşünmüş. Sonra yaratığa “git, yerde bir tek yaprak kalmayana kadar avluyu temizle ve daha sonra avlunun en ortasını bul orayı kazmaya başla, öyle derin kaz ki oraya çok büyük bir kökü olan ağaç dikeceğiz, ben dur diyene kadar kaz, der” ve yaratık Melek öğretmenin söylediğini yapmaya başlar.

Yaratık avluyu temizleyip, kazıya başlamıştır. Aradan 3-4 saat kadar geçtikten sonra Melek öğretmen eline küreği alır, yaratığın dışarı attığı toprağı tekrar onun üstüne doğru atmaya başlar. Hiç toprak kalmayana kadar o çukuru doldurur. Sonra etraftan taş, kaya gibi şeyler bulup oraya koyar. Yaratığı toprağın karanlığına gömmüştür. Eve gider, biraz dinlenmek için oturur ve gözlerini kapatır. O an kapı hızla vurur. Melek öğretmen korkarak ayağa kalkar yavaşça kapıya bakar karşısında muhtarı görünce rahatlar. Küçük bir tebessümle “hoş geldiniz” der.

Muhtar;

“Seni merak ettim, bir sıkıntı var mı?” diye sorar.

Melek öğretmen;

“yok bir sıkıntı, ben iyiyim,” der.

Muhtar şöyle etrafa bakar “her yer tertemiz maşallah kızım sen hiç uyumadın, sabaha kadar temizlik mi yaptın” der.

Melek öğretmen;

“Şey evet çok yoruldum.” Der.

Muhtar;

“hadi kızım biraz yat dinlen artık,” diyerek oradan ayrılır.

Birkaç gün sonra çok şiddetli bir yağmur yağar, arkasından kızgın bir güneş, hava çok sıcaktır. Melek öğretmen okuldan gelir. Kapıyı açıp avluya doğru ilerler bir de ne görsün! Çok ilginçtir. Yaratığı gömdüğü yerden bir fidan çıkmıştır. Şaşkınlıkla, “iki gün önce burada fidan midan yoktu, buda neyin nesidir,” diye düşünür.

Eve girer, birkaç gün bekler, her gün okuldan gelince önce avludaki fidana bakar. Hızla büyümektedir. Yaz gelmiş, fidan ağaç olmuştur. Üstelik meyve vermiş, sonbahara doğru meyveler olgunlaşmış, çok güzel görünüyorlardı. Melek öğretmen ömründe ilk defa böyle bir şey görmüştür ve ağacın ne ağacı olduğunu bilmemektedir. Meyveler sanki “beni ye, beni ye,” der gibi kızıl kızıl ışıl ışıl parlıyorlardı.

Melek öğretmenin aklına bir şey gelir ve hemen avludaki eski ekmek fırınını ateşler. Fırının ateşi iyice kızdıktan sonra tüm meyveleri ateşe atar ve tamamı yanıp yok olana kadar bekler. Meyveleri düşen ağacı da ateşe verir. Ağaç yanarken bir çığlık sesi göklere yükselir.

Ağaç köklerine kadar yanmıştı. Böylelikle Melek öğretmen bu beladan tamamen kurtulur. Ağacın küllerini toprağa gömmüş, avluyu güzelce temizlemişti. Tam elini yüzünü yıkamış eve girmek üzereyken sokak kapısı hızla vurur, Melek öğretmen, yavaşça kapıyı araladı ve gözlerine inanamadı. Güzel öğretmenin sevgili anne ve babası kapıdaydı. Annesi iyileşmiş babası da gayet dinçti. O tarafa gelen bir akrabaları arabasıyla gelirken Melek öğretmenin anne babasını da getirerek birbirlerine hasret bu güzel insanları kavuşturarak mutlu etmişti. Melek öğretmen annesine sımsıkı sarılıp, uzun uzun ağladı, ağladı annesini öptü. Onlara çok ihtiyacı olduğu anda ailesi yanındaydı.

Sort:  

Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
http://secmehikayeler.com/korku-hikayeleri/yok-mu-bana-bir-is.html

lütfen copy & paste yapmayalim yoksa downflag alirsiniz ve blackliste girersiniz

tskler