Epiktetos’un dediği gibi sanırım mevzu. İnsan ancak gerçeğe bağlı kalırsa özgür olur, gerçek ise sadece akıl ile kavranılabilir. Ve eğer Spinoza’nın düşüncesi doğruysa ancak özgür insanlar mutlu olabilir. Öyleyse mutluluğa giden yolda ilk basamak gerçeklikten geçiyor. Hayatın gerçeklerini kabullenmekte. Onlarla savaşmayıp anlaşmaya çalışmakta. Bu sayede önce özgür ardından da mutlu olabiliriz. Epiktetos cümlelerin şöyle devam ediyor;
Yola kuruyemiş ve kurabiyeler saçarsanız , biraz sonra çocukların üşüştüklerini , bunları topladıklarını ve bunlar için tartışmaya başlayıp dövüştüklerini görürsünüz. Yetişkinler bu tür işler için dövüşmezler. Ve çocuklar bile içi boş kuruyemiş kabuklarını toplamazlar. Sanırım insanlık ateşi bulduğundan beri sürekli bir çatışma halinde. Varlığını idame ettirmek, mevcut konforunu arttırmak ve hiyerarşide daha üst basamaklara çıkmak için savaşıp kazanmak zorunda kalmış. Nesilden nesile, kuşaklardan çocuklara miras kalan bu iç güdü dünyanın şu anki vaziyetine sebep olmuş. Peki bilgelik bu işin neresinde? Bilge insan nerede? Sanırım kahvesini yudumlayıp kitabını okumakla meşgul. Ya da Epiktetos’un deyişi ile;
Bilge bir kişi için servet, zafer ve dünyanın ödülleri yol üzerindeki şekerler ya da boş kabuklar gibidir.Bırakalım, onları çocuklar toplasın, onlar için kavga etsinler. Bırakalım onlar zenginlerin, idarecilerin ve bunların hizmetlilerinin ellerini öpsünler. Bilge kişi için bütün bunlar içi boş kabuklardır. Tolstoy’da geri durmayıp bu konular hakkında iki kelam bir şeyler söyleyip mevzuyu noktalamış. Üstada göre bu dünyada özgür değiliz. Tutkularımıza ve başkalarının duygularına aklımızın gereksinimlerini unutacak ölçüde boyun eğeriz.Gerçekten özgür olmak istiyorsak bunu ancak aklımız yoluyla başarabiliriz.
Bize daha çok yapmacık değil de doğal olmayı, öyle veya böyle, sevsek veya sevmesek, beğensek veya beğenmesekte bu hayatla barışık olmayı öğrettiğiniz için teşekkürler