(Fotoğraf ve yazı bana aittir.)
Voltaire: “ Her şeyinizi alabilirler, sahip olduğunuz her şey elinizden gidebilir, ama anılarınızı alamazlar.” Demiş… Bizler, geride parçalarımızı, anılarımızı bırakırken “şiir”i es geçmememiz gerekir. Ruhsal yapının, tüm dinamiklerine iştirak eden şiir, elbette bir şair, yazar ya da yazıya kıymet veren bir kişi için anıların en değerlisidir. Bir ses olmak, harf olmak; susmanın, konuşmanın, haykırmanın, gülmenin, ağlamanın sesi olabilmek… Dünyaya bir ses bıraktıktan sonra hangi kuvvet yok edebilir ki “var”lığını?.. Bu sebeple bir ses, bir anı hediye edebilmeli insan dünyaya.
Nilgün Marmara da ardında birçok ses ve anı bırakarak kavuşmuştur sonsuz varlığına. O, bu durumu en iyi fark edebilen ve kavrayabilen bir isim oldu edebiyat sahasında. Onun sesine ulaşmak için evvela, imgelerini anlamak gerekti. Daha sonra, kullandığı bu imgelerin derin çağrışım güçlerini irdelemek… Ve böylece, biz okurları onun imgelerinden yeni doğumlar gerçekleştirdik. Biz onunla yeniden doğduk… İşte tıpkı Voltaire’in dediği gibi; her şey elimizden kayıp gitse de şiirler ve anılar daha sonraki kuşakları hep var eder, etmeli.
Çürümüşlüklerin, yanlışlıkların, tersliklerin, kırılan kalplere kör kalanların karşısında tüm şairaneliği, ağır ve tumturaklı diliyle durdu Nilgün Marmara. Dimağının, sözcüklerinin, fikirlerinin temizliği ile ayrıldı yaşam sahnesinden. Üstelik, -çağımızın vebası- herkes şairken…
Nilgün Marmara, bulunduğu zaman diliminin, değerlerini, inançlarını değiştirmesine izin vermedi. Devinimlerini korudu, sadık tuttu. Acılarını, sızılarını, inandıkları doğrultusunda yaşadı. Yaşadığı bu karşıtlıklar, isyanlar ve ilenç fikri, onun şiirlerindeki dili ve imgeleriyle tespit edilebilir. “Neden, niçin”i soru- cevap ile sorgulamaktan ziyade, sessiz adımlarla usul usul şiirlerine yol arkadaşlığı ettik.
Hassas düşlerin, derin düşüncelerin kıskacında, şairin neyin özlemini çekmekte olduğunu daha iyi anlamış olduk: “Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatrı kaldı.”