Herkesin hayatında en üste çıkmış bir roman vardır. Benim için ise bu şüphesiz İki Şehrin Hikayesidir. Yazıya başlamadan önce o eşsiz giriş paragrafını bir daha hatırlatmak isterim.
"En iyi zamanlardı. En berbat zamanlardı. Bilgelik çağıydı. Aptallık çağıydı. İnanç devriydi, kuşku devriydi. Aydınlanma dönemiydi, karanlık dönemiydi. Umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı. Önümüzde her şey vardı, önümüzde hiç bir şey yoktu. Doğrudan cennete gidecektik, doğrudan cehenneme gidecektik. - sözün kısası, o zamanlar da tam bu zamanlar gibiydi: En bağırtkan yetkililer, her şey iyisiyle kötüsüyle ancak "en"ler mertebesinde anlaşılacak diye tutturmuştu."
İşte bu beni her okuduğumda derinden etkileyen bu giriş bana göre gelmiş geçmiş en iyi roman başlangıcıdır. Çünkü başka hiçbir cümle yoktur ki romanın geri kalanında ne anlatacağını bu kadar iyi izah etsin daha ta en başında.
Romanın alt metni daha doğrusu arka planı bir dönemden alır kuvvetini. O şaşaalı anlatımları ve sürekli övgüleriyle bildiğimiz Fransız İhtilali zamanlarından. Zaman eskidir ama hikaye yenidir. Çünkü Dickens yarattığı karakterler ile giriş cümlesinde ki tüm ikililiği yaşatmayı başarır okuyucuya. Aşıklar vardır ve nefret edenler. Kahramanlar ve hainler. Ama her şey göründüğü daha doğrusu okunduğu kadar net ve basit değildir. Bu yüzden yazar okuyucuyla etkileşimini onların içinde ki iyi ve kötüyü ararken bunu karakterlerine yansıtmayı başarmış. Belki hiç bitmeyecek bir savaşın tarihselliği altında bir aşk hikayesi, bir intikam hikayesi bir hak arama hikayesi anlatmış bize.
Romanda bahsi geçen iki şehir Paris ve Londra’dır. O dönem dünyasının en kudretli şehirleri. Ve bu ikilem ikisinin karşılaştırılmasından bir kaçışa ve daha sonrası gelen vazgeçişlere bir ağıttır. Fırsatınız olursa hatta hiç zaman kaybetmeden eğer okumadınızsa okuyun. Okudunsa ise tekrar tekrar okuyun derim.
I follow you to expand the non-English speaking community.
So I want you to be my friend and to vote for your good writing.
Let 's do it for our steemit development.