Her şehrin nev-i şahsına münasır bir kokusu vardır, bilenler bilir bunu. Ankara'nın başkadır mesela, geniş caddeleri ve bürokrasi kokan geniş kamusal alanları, İzmir'in başkadır. Vatan kelimesi neyse sizde karşılığı ona çıkar İzmir'in her sokağı. Kimi şehirler kirli ve soluk gibidir, kimileri yeşil ve nanemsi havada. Bazıları sarımtrak ve nefessizdir, neye dokunsanız kırılacak gibidir. İstanbul bunların hepsine sahip. Hatta fazlası da var hissel olarak. Gelin bunlara biraz göz atalım. Nasıl hissettiriyor insana anlamaya çalışalım. Neler demek istiyor bu kadim topraklar hep birlikte üzerindeki tozu atalım şu konunun...
Binlerce şair, binlerce yazar, binlerce seyyah anlatmaya çalıştı onu. Hepsi başka ve farklı şeylerinden ele aldı. Kimileri savaş taktiği yaptı üzerinde, kimileri duygularını dile getirdi. Kimisi denizinden, kimisi havasından, kimisi insanından aldı konuyu ele. Ben ise; taşlarından alıyorum ele bu konuyu. Çünkü ne zaman gitsem, gözümü ayıramıyorum ve kendimi alamıyorum taşlarından. Nasıl mı ? Başlıyorum...
Pek çok şeihr gezme imkanı buldum, ama hiçbirinin taşları İstanbul'un taşları kadar ezilmemişti milyonlarca ayak tarafından. Öylesine sert ve öylesine sarsılmaz gibiler ki o sağda solda duran taşlar. Sanki şehrin çivileri gibi. Onlar oradaymış da, şehri sonradan inşa etmişler gibi üzerine. Parlak, kenarsız ve tok çoğu. Parlak, çünkü ; sürekli milyonlarca araba milyonlarca ayak eziyor onları geçiyor üstünden. Kenarsız, çünkü; her saniye bir şeyler alıyor birileri, yıpranıyorlar. Var olmak için kenarsız ve ne ayağa ne de göze takılmaları gerekiyor. Toklar, çünkü ;Binlerce yıl daha orada duracaklarmış gibi koyuldular. Ne gördüyseler attılar içlerine. Bir gün bir rahip bastı üstüne, diğer gün imam, bir gün bir sapık , öbür gün bir seb-i sübyan...
Hiç durmayan bir hareket hayal edin. Güneşle başlıyor demek saçma olur çünkü hiç bitmiyor ki başlasın. Gündüz kavurucu sıcak, gece serin bir hava. Binlerce farklı lastik, trilyon tane renk, bağrış çağrış, genç sevgililer ve son anlarını yaşayan yaşlılar, dünyanın dört bir yanından gelen binlerce farklı insanlar, bilmem kaç tane tuhaf dil, oyun içinde oyun, kumar içinde kumar. Hepsini görüyor taşlar. Kadıköy'den geçen bir ayağı, Üsküdar'da yakalıyor aynı dağ yamacından kesilip farklı semtlere koyulmuş kaya parçaları. Belki milyon yıl önce 200 bin ışık yılı uzaklıkla olan bir göktaşından koptular önce, sonra bir dağın yamacında buldular kendilerini, birileri gelip kesti, söktü aldı. Sonra maharetli ellerle şekil verdi onlara. Dikkatlice taşındılar. Gediğini bulunca kondular. Hepsinin ayrı bir hikayesi var. Bir kaldırım taşında da, Sultanahmet'teki Dikilitaş'ta da aynı hissi verebiliyor size bu şehrin taşları.
Kimi taşlar bir gece önce bir fahişenin kanında bulurken kendini, ertesi gün hacca uğurlanan bir emeklinin ardından dökülen suyla temizleniyor.
Kimilerinin üstünden doğum için hastaneye yetişen bir ambulans geçerken, iki metre yanındakinin üzerinden vadesi dolmuş bir ihtiyarı son yolculuğuna uğurlayan bir cenaza aracının lastikleri ıslatıyor. Dikkat edin şehirlerin taşlarına, şehrin yaşanmışlığını anlatırlar sizlere. Bu nedenle yeni yapılanlar ruhsuz gibidir. İçi boş ve anlamsız. Fatih'in İstanbul'u aldığı izi de görürsünüz çoğunda, Fatih'e direnen Bizans'lıları da. Hristiyanlığın izlerini de taşır, Museviliğin izlerini de akşam ezanı hızla okunurken. Kimileri tükürür üstüne, kimileri faraşıyla temizler. Taşlar siz kim iseniz o olurlar sizlere. Kadıköy'de gezerken, Fatih'te yahut Beşiktaş iskelesine inerken iyi bakın o taşlara, size fısıldarlar İngiliz himayesini, kurtuluş mücadelesini, Leş kokan filoların postal izleri de vardır, polis gazından kaçarken yere düşen bir çocuğun kanayan dizinin izi de. Birer şarkı söyler hepsi, farklı medeniyetlerin farklı melodileri gelir kulağı olanlara. Kimilerinin arasını sigara izmaritleri belirler, kimilerinin toz toprak, kimisi spot ışıkların yansıması ile gösterir kendini, kimileri de sadece kendi benliğiyle.
İstanbul'un zemin taşları hepsi. Şehri yeryüzüne bağlayan bir raptiye gibi mıhlanmışlar toprağa. Aslında şehri tutmak değil niyetleri, insanları tutmak. Bu nedenle bir giden dönemiyor geri. Bu nedenle çıkıyor oradan şairler, krallar, padişahlar, savaşlar, eylemler, olaylar.. Zemin taşlarına iyi bakın yaşadığınız şehrin. Milyar tane ayak izi varsa eğer ve iyi görebiliyorsanız onları kitap okur gibi okuyabilirsiniz. Hele ki giderseniz İstanbul'a boş verin manzarayı, manzara kaçmıyor. Fakat Zemin Taşları her geçen gün sökülüp yerine endüstriyel kısa ömürlü taş olmayan şeyler konuyor...
Okuduğunuz için teşekkür ederim. / Thank you for reading.
1.photo : source
2.photo : source
3.photo : source
4.photo : source
5.photo : source
@cointurk @kusadasi @akcakocagaming @try-market @timeets @steemit-io @turkeysteemit @airpano 'ya desteklerinden dolayı teşekkür ederim.
@cointurk @kusadasi @akcakocagaming @try-market @timeets @steemit-io @turkeysteemit @airpano thanks for supports.
Posted from my blog with SteemPress : https://kadirus94.timeets.xyz/2018/06/30/istanbulun-zemin-taslari-hakkinda/