Haziranın ortalarıydı. Hava sıcaktı. İstanbul’un göbeğinde küçük, fakir denilecek bir semt vardı. İki katı çok nadir geçen binalar vardı. Sokaklar çocuklara aitti. Akşam ezanı eve dönüş saatiydi. Hala mahalle maçları yapılıyordu. Hava karardıktan sonra da saklambaç oynanabiliyordu. Aileler huzurluydu o zamanlar çünkü.
İstanbul’un göbeğindeki bu küçük ve fakir semtte bisiklet çok lükstü oradaki çocuklar için. Çünkü yok denecek kadar azdı. Ama her ne hikmetten ise bisiklete binmeyi bilmeyen çocuk neredeyse hiç yoktu. Oğuz da bu çocuklardan idi. Orta halli bir ailenin on iki on üç yaşlarındaki çocuğuydu.
Oğuz'un bilyeleri vardı. Topu, tahta arabası… Sadece Oğuz’un değil, o semtteki tüm çocuklar bunlara sahipti. Bir gün Oğuz ve arkadaşları zengin bir muhitte gezerlerken akülü bir araba görmüşlerdi. Bisiklet dahi lüks gelirken akülü araba görmek… Akılları başlarından gitmişti. Hayal edemeyecek kadar zenginlerdi oradakiler, onlara göre.
Bir gün yine o zengin semtlerde gezerken yine dört beş arkadaş, bir apartmanın içinde dört tane bisiklet görmüşlerdi. Bisikleti sahibi olan çocukları düşündüler. Sonra parlayan rengarenk bisikletlere baktılar. Ardından ise akülü arabalar geldi akıllarına. Sonra.... Sonrası çocukluk aklı işte…
Anlık bir karardı onlarınki. Kendilerini bisiklet üzerinde bulmuşlardı. O birine, beriki arkadaşıyla başka birine binmişti. Diğeri ise başka bir bisiklete… Oğuz ise yeşil olanına binmişti. Apartmandan bisiklet ile çıkarken o kadar çok korkuyorlardı ki… Ama hayallerini süsleyen bisikletler şu an ellerinin altındaydı.
Pedalları çevirmeye başlamışlardı semtten çıkmak için. Korku, mutluluk, heyecan, suçluluk, başarmak… Uçmak… Çengelköy sahiline geldiklerinde sanki martılarla yarışıyorlardı. Tıpkı onlar gibiydiler. Onlar gibi süzülüyorlardı bisikletler üzerinde. Birbirlerine bakıp ağız dolusu kahkahalar atıyorlardı. “Haydi!” diye bağırıyorlardı birbirlerine. “Mahalledeki çocuklara götürelim. Onlar da binsinler bu kuşlara!”
Bisikletlerle mahalleye gelmişlerdi. Daha doğrusu süzülmüşlerdi. Mahallenin bütün çocukları sevinçliydi. Çünkü o dört bisiklet mahalleli çocukların olmuştu. Bir bisiklete on çocuk düşüyordu. Ama yine de bu mutluluk bisiklet için değerdi.
Zaman ilerledi. Oğuz büyüdü. Otuzlu yaşlarına gelmişti. İstanbul’da başka bir ilçenin başka bir semtine taşındı. Evlendi. Çocukları oldu. Ama o büyüdüğü mahallede artık eskisi gibi fakirlik yoktu. Çünkü değişmişti orası. Üç katlı evlerin yerine sekiz on katlı binalar yapılmıştı. Deniz manzaralı evler vardı. Ve maalesef onlar gibi masum bisiklet hırsızlarının giremeyeceği yüksek duvarlar ile çevriliydi her yer.
Bir gün on yaşındaki oğluna yeşil bir bisiklet almıştı. İlk bindiği bisiklete benzeyen bir bisikletti. Zaman sonra çalınmıştı apartmandan. İlk başta kızmıştı. Sonra durdu. Gülümsedi. “Her şey tam da olması gerektiği gibi.” dedi. “Bizim göremediğimiz bir düzen var. Bizim gibi küçük mutluluklar peşinde koşan bisiklet hırsızları…”
Welcome to Steemit @melihkorkmaz :)
Make sure to participate in this weeks giveaway to get known in the community!
Here are some helpful tips to get you started:
is this the same article?
Yes, it's the same article. I've written other article missing. Complete and I've shared it again. @mhaimo