‘’Budapeşte de, en işlek ana caddede, kırmızı ışıkta en önde duruyorum. Memleketten gelen bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Bir süre sonra arkadaşım, lamba yeşil yanmıştı, niye geçmedin dedi. Hiç fark etmedim, ne zaman yeşil yandı, kırmızıya döndü. İlk söylediğim ulan memlekette olsa sopayı yemiştik. Arkadaşım ne sopayı yemesi, vurmuşlardı bizi dedi. Sen yeşil yanacak ve kalacaksın öyle mi? Yeşil ışık yandığı an; dat diye arkadan korna geliyor. Adam elini kornada bekletiyor. Dat dat diye basıyor. Niye, çünkü sen geri zekâlısın, görmüyorsun yeşil ışığın yandığını, arkada ki akıllı o gösteriyor sana. Bir de onun acelesi var abi. Hep arkadakinin acelesi var. Senin hiç acelen yok zaten. Oysa Budapeşte de ne tek bir korna ne selektör. Arkadaşım sordu; abi niye diye? Şöyle düşünüyorlar: belki derdi var, hastası var veya dalmıştır. Herkesin başına geldiği gibi bir günde benim başıma gelebilir diye böyle davranıyorlar. İsterse kilometrelerce konvoy olsun, kimse bozmuyor. Ama ben bazen aradan kaynak yapıyorum, yine aynı gerekçeyle herkes yol veriyor. Burası ne İsveç ne Kanada, burası Avrupa’nın en geri sayılan ülkesi. Memlekette cinayet çıkacak durumlara, burada insanlar sadece gülümsüyor.
Daha yaşanılır bir dünya için hoş görmeyi öğrenmek zorundayız.