Gölgesizler Film İncelemesi

in #tr5 years ago (edited)

unnamed.jpg

Bir berber İstanbul’dan ismini cismini bilmediğimiz bir köye yerleşir. Çeşitli entrikaların döndüğü köyde , genç bir kız kaybolur. Ahali bu kızın izini sürmeye başlar.
Detay
• İnsan algısını, nelerin oluşturduğu sizde merak uyandırıyorsa ilginç bir deneyim vuku bulabilir.
• Özene bezene icra edilmiş olan oyunculuklar konu çekmese bile belki sizin için yeterli durabilir.
• Film bittiğinde kafanızı kurcalayacak çok fazla soru olabilir. “Zaten yeterince soru var kafamda yenilerine yer yok” diyenler için evet pek iyi bir seçim olmayabilir.
• Kendinizi zaman içinde çok sorgulamış hala bu çabanız devam ediyor ise aynı karmaşıklığa biraz daha katıp yeni ipucular elde edebilme ihtimali barındırabilir.
• Ümit Ünal seven birisi için birikimine ek güzel bir katkı sağlayabilir.
• Bir gerçeği(!) gerçek yapan unsurları daha önce düşündünüz ya da şu an düşünmeye başladıysanız bunu gerilim tarzında seyretmek sizin için ilgi çekici olabilir.
Sık Sorulan Sorular
Burası filmle ilgili akla takılan “ya neden neden” deyip kafayı yiyebilmeye kadar götürecek sorulara adanmıştır.Filmi seyretmeyenlerin okuması bir faciaya yol açabilir.
Öğlen saat 12:00’da güneş tam tepedeyken gölge boyu sıfır olur. Acaba filmde hep saat 12:00 ‘ dı da ondan mı gölgesizler? Hava kararmasını aydınlanmasını görüyoruz. Sabit bir zaman olsa farkederdik zaten illa. Gölge denince ışık alan cismin ışığın olmadığı yerlerde yansıması akla gelir. Hali ile gölge olmayınca da ortada görünen bir cisim yok diyebiliriz. Berberde bahsedilen iki yerde olma isteği , yani ne orada ne burada kendini bulan insanlar , hiç bir yere ait olmayan hayata ilişik yaşayan kimsenin dokunamadığı insanlar, bu insanlar. Benliklerini bulamamış olmaları , hayata kendi izlerini bırakmaları için büyük bir engel. İşte bu yüzden onları gölgesizler diye çağırıyoruz. En çok kendilerine uzaklar.

Baştaki berber sahnesinde kaybolan herkesin olayların vuku bulduğu yerde belirdiğini görüyoruz. Köye giden berberi gece uykudan kalktığı sahne dışında başka bir kıyafette görmüyoruz. Berberde uyuya kalan postacı adam da köye aynı kıyafetle girip çıkıyor. Berberin çırağı da ha keza. Berber çırağının uzun bir yolculuktan geldiği belirtiliyor. Jilet almaya gitti , gelmedi uzun bir süre çünkü. İki taraftaki ilişkisi devam ediyor.
Berberdeki amca hatırladığı kıyafetlerle onları hep var ediyor. Bir insanı hayal ederken de onu bir kıyafetle düşleriz. O elimizde olmadan gördüğümüz rüyalarda da o şekilde belirirler. Yalnız bu amcanın gördüğü bir kabus , hani uyandığınızda gerçek olmadığını bildiğiniz ama hala o olaylar olmuş ve devam ediyor gibi düşündüğünüz , “bu gerçek değil gerçek değil” diye kendinize telkinde bulunduğunuz , ona rağmen etkisinden bir süre çıkamadığınız kabuslardan.

Berberdeki , berberin çizdiği , sürekli sorup durduğu o güvercin resmi (bunun yanında da bir kadın fotosu var. Güvercin işte bu yüzden kadın olmuş olabilir) , at , asker hamdi fotoğrafları , sahildeki ayı simgesi biraz sonra izleyeceğimiz hikayenin parçalarını oluşturuyorlar. Ama güvercin konunun merkezinde çünkü en çok onu çiziyor aklına , en çok o iz bırakıyor kafasında. Amca hakkında bir bilgimiz olmadığı için şu sebepten güvercin resmi daha değerlidir diyemiyorum. Elimizde hiç kanıt yok çünkü. İsmini bile bilmiyoruz. Güvercin onu daha fazla etkiliyor buna eminiz. Can Yücel bu konuda bize yardımcı olabilir. “Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz”. Başka başka yerlerde olmak isteyen bir adam evli ve bir çocuğu var. Evi var. Yerleşik yaşıyor. Güvercine özenmiş olma ihtimali yüksek.

Filmin sonunda anlıyoruz ki bakkala giden oğlundan jilet rica etmiş. Bu sürekli olan bir şey olmalı. Berberdeki hikaye ve diğer ana hikayemiz amcanın gerçek hayattan alıp kafasında işleyip oluşturduğu evrenler. Korkularında , bilinaçtında , hayallerinde , endişelerinde , pişmanlıklarında , ön yargılarında yolculuğa çıktık aslında biz. Sabah berberdeki o kapalı yazısını gördüğünde uyanana kadar. Filmin başındaki çaydanlığın altı sonunda kapatılıyor. Oğlu jilet almaya gidiyor. Berberde de öyle olmuştu. Jilet almaya giden çırak gelmemişti. Hikaye öyle başlamıştı. Oğlu geliyor ve film bitiyor. “Ayı kaçırmış” bir kızı deyince şaşırması gördüklerinin gerçek mi kabus mu olduğu konusunda tekrar şüpheye düşmesine sebep oluyor.
Tüm bu nedenlerden ötürü çözümlüyor olacağımız, aslında filmde anlatılan o köy ahalisinin hikayesi değil bu amcanın hayatıdır.
Köyde olan bitene şöyle bir göz atalım. Bir avuç insan var , ama hareketsiz bir gün geçmiyor.

Köyün berberinin karısı , berber aklını yitirip köyden gidince imamla mercimeği fırına verirken huzurlu değil , içi içini yiyor. Kocası geldiğinde onu gördüğünde buna daha net tanık oluyoruz. Bir anda kayıplara karışıyor ve bir daha onu görmüyoruz.
Güvercin’in daha ilk göründüğü sahnede Muhtar’ın ona bakışını bir bekçi bir de bizler biliyoruz sanırım. Güvercin’e koşan küçük çocuğun sevinci bize kendini sevdiren biri olarak düşünmemizi sağlıyor. Bu kızı haliyle daha çekici yapıyor.

Muhtar , karısı ile normal çocuk yapma peşinde , ama yaş kemale ermiş olduğundan olacak bu konuda yapacağı bir şey kalmamış. Filmin sonunda muhtarın evinin altında kapalı kalan oğlunun Güvercin’in yeni doğan çocuğu ile aynı pençelere sahip olduğunu görüyoruz. Aynı ırktan geliyorlarmış gibi. Ayı , muhtar olabilir mi acaba? E madem muhtardı niye hükümete gitsindi ki? Cennet’in oğlunu bir güzel dövdükten ve adam çıldırdıktan sonra , “Kar neden yağar , kar” demesi , muhtarın bilmediği ama şu ana kadar olan ve hiç sorgulamadığı bir olayın sorusu ile muhattap kalması ve Cennet’in Muhtar’a söyledikleri Muhtar’ı iki parçaya böldü. Bu kişilik bölünmesi onu buna itmiş olabilir. Muhtar giderken “kimse girmesin muhtarlığa” diyor bekçiye. Ölümü saklamak için çok ideal. Bu soru hayatında dönüm noktası olup içinde oluşan taraflardan acımasız olanının hışmına uğradı muhtar.

Görünenden farklı birçok yaşam var. Bekçi ile Güvercin’in annesi birlikteler. Eski berber Nuri’nin karısı imamla. Üstelik bu imamın savunuyor olduğu yaşam felsefesine çok aykırı. Aldatılan kocalar yaşadıklarını zannediyorlar. Güvercin, adı gibi uçabilen bir insan değil , aksine tutsak yaşıyor. Ramazan, babası Bekçi Sadi, ama bilmiyor. Bir perde var herkesin gözünün önünde.

Ertan Saban’a verilen rol gerçekten birçok oyuncunun kıskanacağı türden bir rol ve çok iyi oynanırsa filmde adından bahsettireceği , çok kötü oynanırsa “zayi etmiş güzelim rolü” denilecek bir rol. Kendisi ilkini yapmış ve bizim bile zor ulaştığımız ruhlarımıza kadar inmeye başarmış. Cennet ile müthiş bir ikili olmuşlar , oğlunu korumaya çalıştığı birçok sahnede bir çok kez içimiz ezildi.

Devlet insanlara çok uzak bu yerde. Bekçinin dediği gibi her vatandaş aslında tek bir satır. Berber Nuri’nin kayıp haberine bile cevap çok çok sonra geliyor. Filmin sonunda çocuğun aldığı gazeteleri görüyoruz. Siyasi yönetimin vurdumduymazlığından yitip giden insan haberleri ile dolu. Belli ki her sabah gazete okuyan biri bu amca.
Berberdeki amca simgelerden yola çıkarak böyle bir dünya kuruyor ise bizim şu anki aklımızda kurulu dünya ne kadar gerçek olabilir?

Bir bilinmezlik içinde olduğumuz evrende , hala öncemizi , başlangıcımızı bilmeden yaşayan bizler, gerçeklik olgusuna ne kadar sahip olabiliriz? Bildiğimizi düşündüklerimiz daha çok sandıklarımız olabilir mi?