Yeraltı edebiyatının kült romanlarından biri olarak söz edilen Trainspotting, konusu ve isim seçimiyle de kalitesini hissettiren bir kitap.
Kitabını okuduysanız filmini de izleyebilirsiniz, ama filmini izlediyseniz kitabını kesinlikle okumalısınız!
Çünkü ben kitabını okuduktan sonra filmini izleyen biri olarak birinin alacağı zevkin iki katını aldım. Ayrıca direkt filmini izleyenlerin yakalayamadığı her ayrıntıyı yakalayabildim.
Örneğin;
Bazı kısımlar atlanmıştı,
HIV virüsü vurgusu çok yapılmamıştı ( oysa kitabında en çok geçen mevzu bu),
karakterler değiştirilmiş ya da azaltılmıştı ( filmindeki bu kısım aslında daha iyi, çünkü kitapta karakterler çok fazla karışıyor),
sonunda da aslında ufacık bir farklılık olsa bile, bu filmi kitaptaki anlamından çok daha uzaklaştırmıştı.
Kitabı alırken biraz kapağına, biraz kitap hakkındaki yorumlara bakarak, biraz da filmini bir türlü izleyememiş biri olarak kitabında şansımı denemeyi düşünerek karar vermiştim.
Açıkçası başta bocaladım. Hiç yeraltı edebiyatı okuyabilen biri değilim, Kinyas ve Kayra’yı yarısında bırakmıştım mesela… Trainspotting’e başladığımda çok ağır bir kitap olduğunu düşündüm. Aşırı küfür, bitik bir hayat, onlarca karakter… Sonra, aslında yeraltı edebiyatının diğer eserlerinden daha naif olduğunu fark ettim; karakterleri sevmeye başladım ( favori karakterimi bile belirlemiştim), donukluğun ve soğuk görünümün ardındaki duygusal bocalamayı hissettim; başta biraz “ Ee hiç olay yok mu yani?” desem de, aynı hayat gibi bir kitap olduğuna karar verip yine devam ettim.
Sonunda… Sanki hiç sonuna yaklaşmamış gibi devam ediyorken, BAM! Bitti. Ama öyle güzel bitti ki bazı noktalarında sıkıldığım anları, karakter karmaşasını silip götürdü.
İşte bu yüzden, kitaplığımda yerini alan sayılı eserlerden biri Trainspotting'i okumadan geçmeyin derim :)