Görmediğine direnmenin kolay olmadığını herkes kadar ben de bilirim. Dualizmin göbeğine doğan her insandan virajı dönüp sıyrılacak iken kendine takılan o insanım şimdi ben. Kimseye gönderme yaptığım da yok bir kutu var sadece, içinden çıkarıp çıkarıp üstüme giyiyorum. Giyemediklerimi ve göremediklerimi daha çok seviyorum, bu da dualizmin suçu. Kasadan fiş alarak yağmuru ve selvileri zor durumda bırakan o şair ya da mendilin kanama sorunsalını kağıda tutturan o felsefe ve ıssız bir adanın ortasında eşeklere saray hayatı yaşatılmasına benim denk gelmem hepsi onun suçu. Ben bunca sözün ardından onca kekik kokusuna rağmen hatıra fotoğrafı çekeyim derken tam çıkmayan kulaklarım için eşeklerden özür diliyorum.
Keşfetmek adına…
Pencereler. Evet, kanat sayısına göre kaderi belirlenen o pencereler. Hava muhalefetlerinden ötürü bu icat edilenin, yıllar sonra bir gökdelenin 37. katında, gökyüzüne açılan bir metafor , onca çiçeğin biricik evi ya da müstakil ev sahiplerinin hayallerini süsleyen o panjurların var oluş sebebi olacağını Romalılar bile bilemezdi. Bunca şeye sebep olan o şey müteahhitlerimizin ve beton çelik seven büyüklerimizin gözbebeği apartmanlarımızdır. Bu apartmanlar modern insanın tek sığınağıdır.
“Saksılar doğaya özlem eylemi ” dizesinin ardından doğasını aramaya başlar;
Müteahhitlerle iş birliğini abartarak, önce her sokağa ortaçağ şehirlerini andıran güvenlikli siteleri kuruyoruz. Duvarları bile var etrafımızı saran; üstü dışarıdaki tehditlere karşı sivri demir parmaklıklarla çevrili. Bu demir parmaklıkların ikinci asli görevi ise çocukların toplarını patlatmak. Gerçi çocukların ve topların müteahhitlerimizi ilgilendirmediğini unutmuşum. Kapıdaki güvenlik, duvardaki parmaklık derken otoparklarımız bize yetmiyor bahçelerimizi de kaldırıyoruz. Bu sebeple çocuklar ve toplar yürürlükten kalkıyor. Baktık ki olmuyor, insan ruhunda işler ters gidiyor bu kez pencereleri arttırıyoruz. Arttırdıkça yalnızlaşıyoruz. Çünkü doğaya ait olan insan dışarda kendini bulamayınca gökyüzüne sarılıyor. Ben bunları düşünerek 999.7 metrelik Cidde Kulesinin yapımını durduramıyorum. Ayakkabılarımı bırakıp içeriye kaçıyorum. Modern insan dışarda bırakır çünkü her şeyi ayakkabıları da dahildir buna. Zira olanın içeriye getirmesi halinde anne terliği tarzı problemler kafasına gelebilir. -Anneler dışarıyı çok iyi bilirler, öyledir ki annem yağmur yağacağını önceden salondan bağırarak ilan ederdi bana.- Güvenlik önlemlerinin çamaşır suyuyla sağlandığı bu mekana da dışarıdan bir şey gelmemesi Newton yasaları kadar kesindir. Bu kesinliği oluşturan ise insanın hayatında olan o belirsizlik. Düzenlenmiş, planlanmış ve sistematize edilmiş toplum kendini bunun dışında düşünemezken yolun tersine yürüyebilme fikri kimseye sıcak gelmiyor. Çünkü yolda ne olacağı hiçbir kitapta yazmıyor. Mana bulanıklaşıyor, insan dediğin kendini tanrılaştırıyor ve hastanelere koşuyor. Bedeni kendine ait değilliğinden gerçekleşiyor bu kavuşma. Çünkü bu çöplüğün tanrıları da doktorlar. Peki tanıştığıma memnun olmasam anarşist sayılır mıyım?
Tanrılaştıkça, dolapları kutsal kitapla süsledikçe akıl çıkıyor ortaya, ev sahipliğini yapan ideolojiye aydınlanma diyorlar. Aklıyla haşir neşir olmaya başlayan insan, öyle bir raddeye geliyor ki benliğinden sıyrılamıyor. Çünkü belirsizliğin diz boyu olduğu bu dünyada gelecek için yaşarken her yer tehlikelerle doludur. Bunca tehlike içinde insan hayatta kalmaya çalışır. Sigorta reklamları bu duruma en güzel hizmeti sağlar. Ortada risk yokken bile kendini güven altına almak tam da modern insanın kendini tüketme şeklidir.
Bunca belirsizliğin içinde zamanla her şey maddeleşiyor yavaştan; ki niye maddeleşmesine geliyor sonunda olay, hayatında somutluğu öyle arıyor ki bir sabah bir duvarın karşısında, maneviyatı maddeleşmiş bir güruh içerisinde mecburiyete yoruluyor. Kendini “benlik” girdabına kaptıran herkes, bir bakıyor ki elinde benliği dahi hiçbir şey kalmamış, ismi bile tecelli etmiyor artık ona, balonu uçan çocuğa bile elini uzatmıyor. Herkes tetikte ama kimsenin kendi silahını kullanmaya tüketmekten takati yok. Nihayetinde insan kendiyle bu kadar haşir neşir ama kendinden bir o kadar uzak olmayı becerir hale gelmiştir.